->
Serdar Turgut ve Prof.
ABD seçimleri 4 Kasım’da yapılacak. Amerikan halkının ‘zenci’ başkan mı, ‘kadın’ başkan yardımcısı mı ikilemini; Türkiye’deki siyasi portreler ve gelişmelerle birlikte yorumlayan Serdar Turgut ve Prof. Yankı Yazgan arasındaki söyleşide Türk toplumu ve siyaseti üzerine çok ilginç saptamalar bulacaksınız. Yankı Yazgan, çok önemli bir tespitte bulundular: “Ülke yönetmek aile yönetmek gibidir
Gerçekten çok severseniz iyi yapabilirsiniz. Ama Türkiye de hiçbir siyasi liderin aile hayatını ‘ne yazık ki’ bilmiyoruz!”
Yankı Yazgan: Amerikan seçimlerinin Türkiye’yi nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Serdar Turgut: Şöyle bir durum söz konusu; iki partiden bir tanesinde hayatında bir bakkal dükkanını bile yönetmemiş bir zenci, diğer tarafta ise tamamen delirmiş olduğuna inandığım bir kadın, Sarah Palin var.
Y.Y: Evet, başkanlık yarışı adeta Obama’yla Palin arasında geçiyor gibi. John McCain’i geri çektiler sanki.
S.T: O sadece beyaz bir adam. Onlar Amerikalıları kesmiyor pek artık.
Y.Y: Sizin zenci takıntınızı, önyargı demek istemiyorum, tahrik etti bu durum yine. Beyaz-siyah meselesi tekrar alevlendi galiba.
S.T: Alevlendi tabii. Amerikalılar bu konuda çok da dürüst olmayan insanlar. Çünkü Amerikan toplumunun hâlâ çok önemli bir bölümü zencilerden nefret ediyor.
Y.Y: Bitmez bir nefret…
S.T: İlginç olan o nefret edenler de şimdi Obama’yı seçmeye çalışıyor.
Y.Y: Nasıl oluyor bu?
S.T: Çünkü ‘Amerika’nın durumunu düzeltelim’ diye rasyonel bir karar alındı.
YY: Kim aldı bu kararı?
ST: Birileri aldı. Bir yerde Obama alıyor oyların çoğunu, diğer taraftan Palin’i çıkartıyorlar karşısına. Kadın ya da zenci gibi uç unsurlar ortaya konarak toplum yumuşatılmaya çalışılıyor.
Y.Y: Daha çok planlanmış, tasarlanmış bir şey gibi geliyor size bu durum.
S.T: Öyle geliyor.
‘SİYAH TÜRK’ BİR BAŞBAKAN TÜRKİYE’Yİ ÇÖZER
Y.Y: Türkiye-Amerika arasında benzerlikler kurarız ya. Planlar, tasarılar Türkiye’de tutuyor mu ki Amerika’da tutsun? Türkiye’de de mesela sizin deyiminizle bir siyah Türk’ün başbakanlık ya da daha üst mevkilerde oturabileceği kimsenin aklına gelir miydi?
S.T: O başa gelmeseydi Türkiye toplumu çözülecekti. Şimdi de belki çözülecek.
Y.Y: Peki bu çözülme Amerika için de geçerli mi?
S.T: Geçerli. Yine de, daha başka zenciler bulabilirlerdi. O işe yeteneği olan…
Y.Y: Bill Cosby, Eddie Murphy falan gibi mi?
S.T: Eski Savunma Bakanı Powell gibi.
Y.Y: Anladım. Özellikle Obama’nın yetenekleriyle ilgili kaygılarınız var.
S.T: Hiç bakkal dükkanı bile yönetmemiş bir insanın Amerika’yı yönetmesi mümkün mü?
Y.Y: Ama bu şuna benzedi; Başbakan hani muhalifleri için diyor ya ‘Bunlara iki kaz verseniz güdemez, kaybeder gelirler’. Böyle esnaf kökenli ticaret mantığıyla hayata bakanlara sorduğunuzda, akademisyenler, entelektüeller, düşünüp taşınanlar işe yaramaz insanlar.
S.T: Sizce de bu iş için biraz yönetme deneyimi gerekmiyor mu?
Y.Y: Bence aile yönetmek, iş yönetmekten daha önemli bir deneyim. Bu yüzden Amerikan liderlerinin aile yapıları, işleyişi üzerinde çok duruluyor. Oysa ben bizim liderlerimizin aile yapıları hakkında çok fazla bir şey bilmiyorum.
S.T: O nasıl oluyor? Onlar söylüyorlar mı?
Y.Y: Orada basın ve toplum bu ayrıntılarla daha çok ilgileniyor. Nasıl bir yaşam çizgisi izlediğiniz, ailenizi nasıl ayakta tuttuğunuz, ailenizin zorluklara nasıl dayandığı merak ediliyor.
S.T: Mesela bizim çoğu liderimizin aile hayatı yoktur. Demirel, Ecevit örneklerinde olduğu gibi. Aile hayatı sayılmaz onlarınki.
Y.Y: Çocuksuz aile.
S.T: Şimdikinin de ailesi var ama onunki gizli.
Y.Y: Evet, ailesel işleyişi hakkında toplum olarak fikir sahibi değiliz. Bir imaj var; ama herkes kendine göre yorumluyor. O zaman, kayırmalar, imtiyazlarla ilgili haberler ön plana geçiveriyor.
ÜLKEYİ, GERÇEKTEN SEVENLER İYİ YÖNETEBİLİR
S.T: Aile yönetmek nedir?
Y.Y: Aile yönetmek bütçeyi denkleştirmekten, gece televizyon seyretmek isteyen çocuğu yatağına gönderebilmeye kadar uzanan bir ‘söz geçirme ama incitmeme’ sanatıdır.
S.T: Amerika’yı yönetmek için bu yeterli mi sizce?
Y.Y: İnanın, bu dünyayı yönetmek için bile yeterli. Yakından bakın büyük çaplı işleri, operasyonları yöneten insanlara… En büyük sıkıntılarının kendi çocuklarıyla, eşleriyle ilişkilerini yönetmekte olduğunu görürsünüz. Aile içinde sevgiden kaynaklanan irrasyonel bir durum var. Çocuklarımızı düşünelim; onlar için katlandığımız maddi manevi özveri ve yaptığımız masrafı. Ne olacağı bilinmeyen bir gelecek için hem de karşılığında hiçbir şey beklemeden. Ülke de öyle. Sevdiğimiz için buradayız, başka bir yere gitmiyoruz, şikayetçi olduğumuz her şeye katlanabiliyoruz. Ülkeyi de ancak gerçekten sevenler iyi yönetebilir.
S.T: Gerçekten mi?
Y.Y: Sevdiklerini iyi yönetir insan. Ancak sevdiği bir şey için fedakârca kendi yaşam süresinin ötesinde bir şeyler yapabilir. Aksi takdirde, günü kurtarmaya yönelik düşünür. Geleceği hesap etmekle uğraşmaz. O zaman da yönetim olmaz. Belki “yürütüm” diyebiliriz.
S.T: Ülke yönetmek için sevgi gerekiyor mu?
Y.Y: Kesinlikle şart. Sevmeyen yönetemez.
S.T: Atatürk de hep buna benzer şeyler söyler.
Y.Y: Sevmiş demek ki.
S.T: Diktatörler sevmiyorlar ülkelerini.
Y.Y: Olabilir.
S.T: Ama yönetebiliyorlar.
Y.Y: Yönetme toplumu ileri götürmeli, diktatörlerin ‘ilerleme hamle’leri aynı sonucu vermiyor.
S.T: Tayyip Bey iyi yönetiyor mu?
Y.Y: O konuyu siz daha iyi değerlendirirsiniz. İşler yürüyor… Bunun kararı herhalde 20-30 yıl sonra verilecek.
S.T: Ama iş işten geçmiş olacak.
Y.Y: Hayat böyle…
S.T: Ben şu aile meselesine geri dönmek istiyorum. Geçenlerde bir yerde okudum. “Ailenin bireylerini yönetmek illa mükemmel bir aile yaratmak değildir” diyor. Karınız istediğiniz gibi değildir, çocuğunuz tamamen topluma uyumlu olmayabilir. “Önemli olan tüm bu zayıflık ve kötülüklere rağmen aileyi yönetebilmek” diyor.
Y.Y: Bütünlüğü sağlayabilmek… Zaten aile yönetmek bireyleri tüm olumsuzluklarıyla yönetmek değil mi?
S.T: Evet, onları tüm olumsuzluklarıyla birlikte yönetmek.
Y.Y: Siz bayağı iyi, ciddi şeyler okuyorsunuz o zaman.
S.T: Bu, aileyle ilgili bir kitap değildi. Bir Stephen King kitabının içindeydi.
Y.Y: Ülke bütünlüğünü korumak gibi bir şey aile bütünlüğünü korumak. Hayırsız evlat, vefasız bir eş bile olsa sistemin yürüyor olması. O karmaşanın içerisinden dağılmadan çıkabilmek.
S.T: İşlerin yürüyor olması.
Y.Y: Kavga dövüş de olsa aynı sofraya oturabilmek. Birbirinin altını öldürücü bir biçimde oymamak. Türkiye’de bu durum biraz farklı yürüyor. Geçenlerde Türkiye’den Amerika’ya göç etmiş, sonra da geri taşınmış bir çocukla konuşuyordum muayenehanemde. 3 ay olmuş geleli. Çocuk burada bir okula başlamış. Türkiye ile Amerika okulları arasındaki en büyük farkı sordum: ‘Orada çocukların birbirini dövmesine izin vermiyorlar. Burada veriyorlar’ dedi.
S.T: Çok yalan söylüyor o çocuk.
Y.Y: Ne demek o?
S.T: Amerika’daki okullar berbattır.
Y.Y: Dövüşmek başka, dövmek, ezmek, üstelik bunlara yöneticilerin göz yumması bambaşka.
S.T: Döverler çocuklar birbirlerini. Bu her zaman olur.
Y.Y: Öyle mi diyorsunuz? Durduk yerde dayak yiyene, üstelik çocuğu korumakla görevli olanlar “olur böyle şeyler” diyerek seyrederken…
S.T: Canım böyle bir şey olduğunda sevinmem, elbette ama anlayışla karşılarım.
Y.Y: Sistematik zorbalık, bireylerin birbirine orantısız güç uygulamasından, bireylerin birbirinin verdiği zararlardan korunmamasından bahsediyorum.
ZORBALAR YÖNETİMDE DAHA İYİ YÜKSELİR
S.T: Zorbalık Amerika’da var yani.
Y.Y: Âlâsı var; ama insanların birbirini sindirmesini meşrulaştıran, hoş gören bir yaklaşım yok. En azından aydın diye anılan kesimlerinde… Yoksa dünyada en çok zorbalık yapılan ülke de orası. Çocukların hırpalandığı ve bunun olağan görüldüğü bir sistem var burada. Aynı şeyi büyükler için de görüyorsunuz. Otomobille sizi sıkıştırıp önünüze geçenler, kalabalık yerlerde, başkalarının haklarına saygı beklenen yerlerde o hakları çiğnemekte sakınca görmeyenler, kendisine uygulanmasını istemediği kısıtlamaları başkalarına uygulayanlar… Zorbalık bir yönetim biçimi oluyor, zorba çocuklar büyüdükçe yönetim kademelerinde daha iyi yükseliyorlar…
S.T: Okullarda yönetimlerin çok rahat engelleyeceği bir şey bu.
Y.Y: Okul yönetimleri aynı Türkiye yöneticileri gibi kendisinin bütünlüğünü, varlığını tehdit etmeyen tehlikelere duyarsız. Bu ülkede yönetici pozisyonundaki insanlar, bir hastane yöneticisi, bir başka yerin yöneticisi çıkıp yanındaki insana hakaret ediyor, bağırıp çağırıp hırpalıyor. Televizyonda yöneticiler neredeyse küfür ediyor…
S.T: Hükümet de öyle. Bağırıyor çağırıyor insanlara.
Y.Y: Bu da zorbalık. Sadece kızgınlık değil, sindirme, acizleştirerek korkutarak sindirme.
S.T: Bizim çocukluğumuzda da vardı okullarda.
Y.Y: Vardı tabii. Ama çocukları ne zedeliyor biliyor musunuz? Dayak yemek zedelemez. Hepimiz dayak yedik, atabildiğimiz zaman da attık. Ama çocuğu zedeleyen şey, bunu denetlemekle, buna engel olmakla yükümlü olanın seyirci kalıp hiçbir şey yapmaması. Çünkü insanın güvene ihtiyacı var. Öğretmeniniz, okulunuz, anne-babanız sizi korumakla görevli değil mi? Sokaktaki emniyet görevlisi size ‘abi yapacak bir şey yok. Ne yapalım biz de başa çıkamıyoruz’ dediği anda bitmiş hissetmiyor musunuz? Bu Amerika’dan taşınan çocuğun ikinci söylediği neydi biliyor musunuz? ‘Bu ülke güvenli değil’. İşte aynı o çocuk gibi biz de kendimizi güvende hissetmiyoruz. Oysa aile yönetiminin bir bölümü de güvenlikle ilgilidir. Haklara saygı duyulur ve güvenlik sağlanır. Aileleri genellikle dağıtan haksızlıklardır. Ülkeleri de öyle… Beni bu çok korkutuyor.
S.T: Ama bir çözümü var herhalde.
Y.Y: Çözümü şu: Karşımızdakilerin de bizimkinden farksız hakları olduğu gerçeğini kabul etmek. Basit, sağlam, huzurlu bir aile gibi, kopmaz bağlarla bağlı, ama herkesin ayrı yöne gitmesine müsaade eden bir yapı olabilmek…
Sarah Palin ne kadar kadınsı?
S.T: Orhan Pamuk’u okudunuz mu?
Y.Y: Başladım. Gazetedeki köşemi takip ederseniz, kitabın ilk cümlesi hakkında bir yazı ile kitap hakkında bir şeyler yazmaya da başladım. Ama bitirmem zaman alacak. Eve kitaptan iki tane almamız gerek. Eşim de okuyor. Genellikle de o bıraktığında benim uykum gelmiş oluyor. Aile yönetimi ilkeleri gereği onun okuma önceliğine saygı gösteriyorum.
S.T: O zaman yönetimi kadınlar yapsa daha iyi değil mi?
Y.Y: Zaten onlar yapıyor.
S.T: Sarah Palin, Amerika’yı yönetebilir o zaman…
Y.Y: Yönetebilir, ama kadının ne kadar kadınsı olduğunu bilmiyoruz.
S.T: Görülüyor zaten kadın olmadığı.
Y.Y: Bazı kadınlar bizzat direksiyonda olmayıp yan tarafta otursa da aynı derecede etkili olabiliyor. First lady olarak Hillary Clinton’ın mesela çok etkisi vardı.
S.T: Hillary Clinton yönetimden anlayan birisi. Ülkeyi fiilen yönetti.
Y.Y: Bill’in pek çok hatasını kapattı.
S.T: Ve yönetemediği anda soracağı çok iyi danışmanları vardı Bill’in.
Y.Y: Ama olmadı.
S.T: Amerikalılar yüzünden. Mesela Amerikalılar mağazada bir kasanın önünde sıraya girer. Kasiyer zenciyse insanlar onun hakkında konuşmaya başlar.
Y.Y: Bu dediğiniz 70’ler 80’ler galiba…
S.T: Şimdi de öyle. Aleyhinde neler söylüyorlar o zencilerin; ‘Bunlar yüzünden bu hale düştük’ gibi. Aynı insanlar şimdi onlara oy veriyor. Bu en büyük ikiyüzlülük ve sahtekarlık.
Zenciler beyazlaşacaklar
S.T: Biliyorsunuz bir süre önce beyaz ve zenci Türkler diye bir ayırım oldu ülkede. Zenci olduklarını söyleyenler kendilerine zenci aristokrasisi yaratmak gibi bir işe giriştiler. Diğer yandan bütün dünyada her şey aynı anda oluyor. Siyasette de öyle sanatta da. Mesela Amerika’da bir zenci seçilecek oluyor, biz Türkiye’de zaten seçtik.
Y.Y: Türkiye’de Amerika’nın çok daha öncesinde ‘siyahlar’ iktidara geldi. Bakalım neler olacak?
S.T: Şimdi bir de zenci olmaktan çıkacaklar. Beyazlaşacaklar. Michael Jackson sendromu yaşayacaklar.
Serdar Turgut v-Prof. Yankı Yazgan
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.