->
Duyguların doğru biçimde ifade edilmesi nasıl sağlanabilir? Duyguların düşünce dönüşüp davranış halinde dışa yansıması sürecinde duygusal zeka çalışmaları nasıl yararlar sağlıyor? Tüm bunları Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi Çocuk Ergen Birimi’nden Uzman Çocuk Psikologu Aynur Sayım ile değerlendirdik.
Çocukların doğru eğitilmesi ülkemizde henüz çözülememiş önde gelen sorunlardan birisi. Sürekli hırçın, arkadaşlarıyla oynamayan, oyuncakları kıran, baş edilemeyen çocuklar daha sonra kavgacı, söz dinlemeyen, öfke kontrolü yapamayan, yanında silah taşıyan, suça özenen ve bulaşan bir hale nasıl geliyor. Olumsuz duyguların törpülenerek olumlu duygular nasıl öne çıkarılabilir.
Uğur İlyas Canbolat / HÜRRİYET
Çocuklarda kendini tanıma, sorun çözme yeteneği kazanma, empati yapma, stresle baş etme, öfke kontrolü sağlamak için duygusal zeka çalışmaları yarar sağlıyor
-Psikolojide duygu düşünce ve davranış denir. Siz uzman çocuk psikologusunuz. Davranış nedir size göre? Duygu ve düşünce nasıl davranışa ya da tutuma dönüşmektedir?
Duyularımız yoluyla dünya hakkında bilgi edinmekteyiz. Beyin, sinir impluslarını alır ve anlamlandırır. Algılama, dünyanın farkına varmamızı, duyularımızı yorumlamamızı sağlayan bir süreçtir. Algıyı etkileyen birçok öğe saymak mümkündür. Ortam, geçmişten elde ettiğimiz tecrübeler, genetik etkenlerimiz, algılama sırasındaki istek, ihtiyaçlarımız gibi… Fiziksel anlamda hayatta kalmak için bizi belli davranışlara sürükleyen temel ihtiyaç ve dürtülerimizle dünyaya geliyoruz.
-O halde bu algılar çocukluk döneminde mi şekilleniyor?
Tabii. Kişiliğimiz, çocukluk döneminde şekillenir. Bizi dinleyen, anlayan, anladığını hissettiren anne, babaya sahipsek, biz de diğer insanları dinleyen, anlayabilen, bunu hissettirebilen bir kişi olacağız demektir. Anne babanın çocuğuyla kurduğu ilişki tarzı, çocuğun tüm insanlarla kuracağı ilişki tarzını belirler. Çocuk modelleyerek büyür.
-Bu dönemde yapılan her yanlış davranış bir anlamda çocuğun ileride yapacağı davranış haline mi geliyor?
Aynen öyle… Yaptığı bir hata karşısında çocuğunu azarlayan, değersiz hissettiren ebeveyne sahipsek, insanlarla olan ilişkilerimizde hataya tahammülü olmayan, hata karşısında fazla tepki veren bir kişiliğimiz oluşacaktır. Genetik etkenler ve kişinin yaşamındaki travmalar dışında, hiçbir patoloji tesadüf değildir. Çocuk gördüğünü, yaşadığını öğrenir. İlk dönemlerden itibaren çocuk duyularıyla dünyayı tanır ve bakım veren kişinin sıcaklığı, içtenliği, teması, bebeğin ihtiyaçlarını karşılaması, onda bir güven duygusunu oluşturur. Sağ beyinden sağ beyine olan iletişimdir. Bu, çocuğun diğer insanlarla ilişkilerinde de kendi güvende hissetmesinin temelini oluşturur.
Amerikalı psikolog Dr. Daniel Goleman duyguyu bir his ve bu hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi hareket eğilimi anlamında kullanıyor.
-O halde hayatımızda duygu ve histen yeterince yararlanmak gerekir diyebilir miyiz? Önce tanıyarak tabi…
Bu çok önemli… Sosyobiyologlara göre duygularımız tehlike, acı bir kayıp, zorluklara karşın bir hedefe doğru ilerleme, eşine bağlanma ve bir aile kurma gibi yalnızca akla bırakılamayacak durum ve görevlerde yol gösterici. Her duygu bizi bir şekilde hareket etmeye hazırlar; her biri insan hayatında tekrarlanan güçlüklerle baş edebilecek şekilde bizi yönlendirir.
-Sanırım duygu konusunda değişen paragdigmalar söz konusu? Duyguları kullanmada tembel davranılmamalı…
Evet bu konularda çalışmalar yapılıyor. Psikologların ve sosyologların günümüzde yapmaya çalıştıkları şey duygunun yerine aklı koymaya değil, ikisi arasındaki dengeyi bulmaya çalışmaktır. Goleman, eski paradigmanın duyguların çekiminden bağımsız bir akıl idealini içerdiğini, yeni paradigmanın ise bizi zihinle kalbin uyumunu sağlamaya zorladığını belirtiyor ve ayrıca, yaşamımızda zihinle kalbin uyumunu sağlamak için öncelikle, duyguları zekice kullanmanın ne demek olduğunu daha iyi anlamamız gerektiğini vurguluyor.
-Duyguları zekice kullanma dediniz. Önemli bir vurgu… Bu çocuklarda neyi sağlar?
Duygularımız tehlike, kayıp, engellenme karşısında bizi harekete geçirir, kendimizi savunmamızı da sağlar. Örneğin tehlike karşısında hissettiğimiz korku, tehlikeye karşı kendimizi korumamıza neden olur. Çocuklarda da korkular, patolojik hal almamışsa doğal ve gereklidir. Çünkü çocukta savunma mekanizmalarının gelişmesi için gereklidir. Amacımız öncelikle hayatta kalmaktır. Bunu da duyular, duygular, düşünce ve sonuç olarak davranışlarımızla yaparız.
–Davranışlara kişinin tutumu diyebilir miyiz?
Tutum bireyin kendine ya da çevresindeki herhangi bir toplumsal konu ya da olaya karşı deneyim ve bilgilerine dayanarak örgütlediği bilişsel, duygusal, davranışsal bir tepki ön eğilimidir.
–İçinde neleri barındırır?
Bilişsel, duygusal, davranışsal olmak üzere tutumun üç öğesi vardır. Buna göre beyin, bir konu hakkında bildikleri ondan hoşlanılmasını söylüyorsa buna bilişsel öğe diyebiliriz. Bunu sözleri ya da davranışlarıyla ortaya koyuyorsa davranışsal öğe deriz.
Birey ancak kendi ruh dünyasında var olan konularla ilgili inanç ve tutumlara sahip olabilir. Tutumu konusuna karşıya olumlu ya da olumsuz bir tepki eğilimi söz konusudur.
-Doğru yanlış tutum var mıdır? Bir ailede birden fazla çocuk olduğunda onların kişilikleri ve duyguları da farklı olmaktadır. Doğru tutum o zaman nasıl şekillenecektir?
Ailenin çocuğa yönelen tutumları açısından tabii, doğru ve yanlış tutumlar vardır. Biz de kliniğimiz sırasında ailelerle çocuğun gelişiminin sağlıklı olması ve tespit ettiğimiz sorunlara yönelik doğru tutumlar hakkında aileyi yönlendiriyoruz. Evet, merak edilen ve sık sorulan, aynı ailede anne baba aynı, çocukların kişiliği farklı şekilleniyor, sık sorulan sorulardan biri bu. Her şeyden önce genetik etkenler var, hiçbirimizin genleri tıpatıp aynı değil. Bir etken de anne babanın tüm çocuklarına yaklaşım biçimleri her an, her saniye aynı olmaz. Kendi değişimleri, koşullar gibi değişkenler de mevcuttur. Çevre koşulları sürekli değişken olabilmektedir. Doğru tutumlar. öncelikle ailenin çocuk gelişim dönemlerini ve çocuklarını tanımaları ve çocuğun ihtiyaçlarına cevap verebilmeleri ile başlıyor ve çocuğu anlayıp, dinleyebilmek, zaman ayırabilmek, sorunlar karşısında rehber olabilmek, yerinde ve zamanında müdahale edebilmek gibi tutumları içeriyor. Tabii, ailenin çocuğu ihmali kadar, işgali de sakıncalıdır.
-Ailenin çocuğu işgali ne demektir?
Yani çocuğu bunaltacak kadar ilgi gösterilmesidir. Çocuğu bu anlamda boğmaları ve bireyselleşmesine, kendine olan güveninin gelişmesine engel olmalarını ifade ediyorum bununla.
-Doğru tutum aile ve çevrenin kültürel alt yapısı ile de ilişkili midir?
Tabii… Hepimiz model alarak büyüyoruz. Bize bakım veren kişilerin tutumları, davranışlarını örnekliyoruz. Çevremiz ve kültürel değerlerimiz de bağımsız düşünülemez. Bir bütün olarak çocuğun gelişimini etkiliyor bunlar.
–Size göre ülkemizde yaşanan en fazla yanlış aile tutumu nedir?
Sorunları ertelemek, beklemektir. Var olan sorunların daha da artmasına, patolojik bir hal almasına neden oluyor bu yaklaşım. Bizim yaptığımız duygusal zeka gelişimi çalışmalarında hedefimiz de budur. Çocuk ve ergenlerde duygusal zeka çalışmaları yapmak onların geleceği için çok önemlidir. Koruyucu ruh sağlığı adı altında, sorunlara meydan vermeden, önleme ve kişilik gelişiminin sağlıklı şekillenmesine yardımcı olmak amacıyla yaptığımız bir eğitim programı var bu alanda.
-Yanlış tutum çocukların dünyasında nasıl bir etki bırakır?
Çocuk, bakım veren kişiden güven almak ister. Aslında verilmesi gereken temel güven duygusu, çocuğun tüm ilişkilerindeki ve girişimlerindeki güveni oluşturması açısından en temel görevdir. Tabii, birtakım hatalar olabilmekte, ama bu konudaki hatanın veya ihmalin telafisi çok zordur diyebiliriz. Yanlış tutumlar, uyaran eksikliği, ilgi azlığı, çocuğun gelişim dönemlerinde gerçekleşmesi beklenen aşamaların aksaması ya da gecikmesine neden olur.
-Yanlış tutum sahibi olan ebeveynler bu durumu kendilerine açıkladığınızda dirençle karşılaşıyor musunuz?
Aileler, çoğunlukla psikoterapi süreciyle ilgili önbilgi alıp, araştırıp, tavsiye ile geliyorlar. Ama tabii, kendi patolojisi olan ailelerde direnç yaşayabiliyoruz. Çocuğa yönelik çalışmamızı isteyen, kendisini açmak istemeyen veya çocuktaki sorunlardan dolayı, kendilerini yargılayacağımız, eleştireceğimiz korkusuyla da dirençler oluşturabiliyorlar veya ebeveynlerden biri çalışmaya katılmak istemiyor, gelmiyor. Tüm bunları direnç olarak adlandırmak mümkün…
-Nasıl aşıyorsunuz bu dirençleri peki?
Tüm yolları deniyoruz. Biz ulaşmaya çalışıyoruz. Koşulsuz kabul edip, aileye yavaş yavaş destek vererek, yüzleştiriyoruz. Bazı çalışmalar uzun sürebiliyor ama aile seansları düzenli takip ediyorsa, bu konuda hem terapistin, hem ailenin kararlılığı önemli. Bu işbirliği ile tabii sorun çözülüyor.
-Çocukların yaşadığı kimi psikolojik sorunların altında yanlış aile tutumlarının etkisi ne kadardır?
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, özel öğrenme güçlüğü, zeka engeli gibi psikiyatrik sorunlar aile tutumları nedeniyle oluşmuyor. Ama depresyon, davranış sorunları dediğimiz alt ıslatma, kaka kaçırma, bazı konuşma bozuklukları gibi genellikle yanlış aile tutumlarına ya da çocuğun yaşadığı strese verdiği tepkiler söz konusudur. Her durumda çözüm, aile-okul-çocuk-tedavi ekibinin işbirliği ile çözülecektir… Tedavinin 4 ayağı diyoruz buna biz. Birisi eksik olunca, istediğimiz sonuca ulaşamıyoruz.
–Bu tutumlar değiştiğinde çocukta olumlu gelişmeler oluyor mu?
Tabii, aile danışmanlığı ve psikoterapinin amacı da bu… Doğru yaklaşımlarla çocuğun sağlıklı bir kişilik gelişimi geliştirmesine destek olmak, olanak sağlamak… Ve tedavide edinilen kazanımların sürekliliği…
–Yanlış tutumun giderilmesi için anne babaya ne gibi bir yöntem uyguluyorsunuz? Yanlış aile tutumunun öğrenim düzeyi ile bir ilişkisi var mıdır?
Olabiliyor tabii.. Ailenin sosyo-kültürel değerleri, tutumlarını oluşturuyor kuşkusuz. Ama eğitim düzeyi yüksek ailelerde de tutum hataları, kendi kişilik gelişimleri ya da patolojileri, psikiyatrik rahatsızlıkları ile ilgili de olabiliyor. Aile danışmanlığı dışında gerekli durumlarda ebeveynleri de psikoterapi sürecine yönlendirdiğimiz sıkça olabiliyor. Kişinin her şeyden önce kendi ruh sağlığı açısından bunu yapıyoruz. Tabii aile içi iletişimin sağlıklı olabilmesi, öncelikle tüm bireylerin sağlıklı olmasından geçiyor.
-Çocuklarda duygusal zeka çalışmalarının davranışa ne gibi etkileri olmaktadır?
Öğrenmeyi basit anlamda, geçmiş tecrübeler sonucunda oluşan davranış değişikleri olarak tanımlayabiliriz. Çocukta yürüme içgüdüseldir. Yeterli gelişim düzeyine geldiğinde çocuk, düşer, kalkar, defalarca bunu dener ve kendini güvende hissedince yürür. Anne “Ay, aman düşersin” derse çocuk yürümekten korkar, cesareti kırılır ve yürüme gecikebilir. Bu denemelere izin verilirse, kendi hazır hissettiğinde yürür. Anne baba bu konuda çocuğu engelliyorsa, muhtemelen diğer alanlarda da korumacı, müdahaleci, kısıtlamacı davranacaktır. Bu durumda çocuk kendi başına yapacağı girişim ve deneyimlerde ya suçluluk hissedecek ya da cesaret edemeyecek bir yapıda olacaktır.
-O zaman ödül ve ceza sistemlerini kullanırken çok dikkatli olunması gerekiyor?
Ödül, çocuğun olumlu davranışlarını pekiştirir. Disiplin, çocuk eğitiminde önemli bir kavramdır. Anne baba hem çocuğa bireyselleşmesi, kendini tanıma, karar verme süreçleri, kendini ifade edebilme, empati, diğer insanları anlayabilme, dinleyebilme, olaylara, sorunlara çözüm getirebilme, uzlaşma, sabır, hoşgörü, yardımlaşma, sorun çözme becerilerini öğretmeyi hedeflerse, çocuk duygusal zekası gelişmiş, varolan potansiyelini iyi kullanabilen, kendine güvenen, özgür ve kendi için doğru karar verebilen bir kişi olacaktır. Duygusal zeka gelişiminin temel amacı da budur.
–Söz buraya gelmişken duygusal zekanın kısa bir tanımını alabilir miyiz?
Tabii. Duygusal zeka, insanın etkinliğini artıran yetkinlikler bütünüdür… Akıl, bu becerilere sahip değilsek, verimli çalışamaz. Duygularımız ve düşüncelerimiz arasında sürekli karşılıklı alışveriş vardır. Yapılan çalışmalar, duygu, düşünce, davranıştan birisinde meydana gelen değişimin, diğer süreçleri d etkilediği ve değiştirdiğini gösteriyor.
-Çocuklar, olaylar karşısında hissettikleri duygularını davranış diliyle ortaya koyarlar mı?
Elbette koyuyorlar. Örneğin kardeşe yönelik öfkeyi oyuncaklarını kırarak gösterebiliyor. Aile içi tartışmalardan etkilenen ya da okulda uyum sorunu yaşayan çocuk, alt ıslatıyor. Yine kekemelik ortaya çıkabiliyor, agresif davranabiliyor. İçe kapanabiliyor, uyku, iştah sorunları yaşayabiliyor. Bilgisayar bağımlılığı gelişebiliyor. Çocuklar hem duygularını tanımıyorlar, hem de yeterli kelime dağarcıkları yok. Tabii soyut kavramların da henüz gelişmemiş olması bunda etkendir.
–Burada ayrım nasıl yapılacak. Pek çok çocuk sinirlenir, öfkelenir. Ne olduğunda dışarıya bir yansıtma var diyebiliriz?
Çocuğun bir olaya ya da kişiye sinirlenmesi elbette doğaldır. Ama gidip arkadaşına vurması doğal değildir. Anne baba, çocuğun duygusunu kabul edip, davranışı üzerinde durmalıdır. Duyguyu eleştirirsek, çocuk bu duygudan suçluluk duymayı öğrenir. Çocuğa öfke, kızgınlık duymamayı değil, duygularını ifade etmeyi öğretmemiz gerekir.
-Olumlu duyguların çocuklarda çalışılması onlarda ne gibi pozitif sonuçlar vermektedir?
Sevgi, saygı, hoşgörü, güven gibi duygular, kişinin hem kendisiyle, hem başkalarına karşı davranışlarını etkiler. Duygular davranışların belirleyicileridir. Olumsuz duygularımızı değiştirmenin en etkili yolu olaylar ve durumlar karşısındaki algılarımızı ve yüklediğimiz anlamları tanımaktır. Anne baba, çocuğun kendine ait duygu ve düşünceleri olduğunu neşe, mutluluk, öfke, korku gibi duygularının doğal olduğunu, düşünce ve istekleri olabileceğini kabul etmelidir. Çocuğun duygularını kabul edip, anlamalı ve çocuğun da fark etmesine yardımcı olmalıdır. Çocuğa olumsuz duygulardan uzaklaşma, konuyu kapatma, bu duyguları reddetme gibi bir tavır sergilenmemelidir. ‘Korkacak ne var, niye korkuyorsun, bundan da korkulur mu?’ şeklinde yaklaşılmalıdır.
-Çocuğun her davranışını olumlu olumsuz demeden öğrendiklerinin geri bildirimidir diyebilir miyiz?
Evet. Tam da budur. Geribildirim, eğitim sürecinde son derece önemli bir kavramdır. Bileceğiz, fark edeceğiz, motivasyon desteği ile de çözüm davranışı geliştireceğiz. Anne baba da bunu yapmalıdır. Çocuk taklit ederek, anne babadan, öğretmenden, bir arkadaşından, belli davranışları, tutumları taklit ederek, kendine bir kişilik oluşturur. Bizim davranışlarımız çocuğa örnek teşkil eder. Çocuk hata yapınca onu döven bir baba, çocuğunun sorun karşısında arkadaşını dövmesine şaşmamalıdır. Bu işte geri bildirimdir. Çocuğa duygularını ifade etmeyi öğretmeliyiz. Kelime haznesinin zenginliği de duygu ifadesi için gereklidir. Çocukla bol bol sohbet etmek, tartışmalar yapmak, kitap okumayı özendirmek, dil gelişimini destekler. Çocuk, belli becerileri yeterli olgunluğa gelince yapabilir. Örneğin 4 yaşında bir çocuktan okuma yazmayı öğrenmesini beklemeyiz. Çünkü normal şartlarda bu olgunluğa ulaşmamıştır. Davranış anlamında da aile çocuktan fazlasıyla bir uyum ve olgunluk beklememelidir. Zaman tanımalı, sabırlı olmalı, empati kurabilmelidir. Çocuğumuzla kurduğumuz ilişki tarzı, yaklaşım biçimi, geribildirimler, beden dilimiz, dokunsal temasımız da etkili öğelerdir. Amacımız duygu, düşünce ve isteklerini yerinde ve uygun koşullarda ifade edebilen bir çocuk yetiştirmek olmalıdır.
–Ailelerin de yine duygusal zeka çalışmalarında etkileri olmakta mıdır? Olumlu, olumsuz olarak?
Duygusal zeka gelişimini, çocuk kişilik gelişiminden ayrı düşünmemiz mümkün değil, öncelikli aile yaklaşımları, modelliği ve rehberliği ile çocuk olumlu ya da olumsuz etkileniyor.
– İçgörü kazanmanın davranışlara etkisi nasıl fark edilmektedir?
Sorunlarımızın çözümünde öncelikle sorunu fark etmek, farkındalık kazanmak gerekiyor. Bu birinci aşamadır. Eğer kişinin içgörüsü yok ise ya da gelişmiyorsa, çözüm de mümkün değildir. Çocuğun yaşı ve durumu önemli tabii… Geribildirim veriyoruz. Örneğin çocuk kızgın, öfkeli, anneye vuruyor. Bunun nedenini tespit etmek ilk çalışmadır. Aileyi yönlendirmek ikinci aşama ve çocuğa geribildirim verdirmek… Öfkeli ve kızgın olduğunu fark ettirmek… Sonra da “dur düşün yap” çalışmasını hayata geçirmek. Hadi duralım düşünelim demek, nasıl davranalım konusunda düşünmesini sağlamak. Bu süreçlerde hem geribildirim, hem empati, onu anladığımızı hissettirmek, kapı aralayıcı sorularla hem kendi duygusunu, tepkisini fark ettirmek, hem de bu duyguyu sözlü olarak söyleme becerisi kazandırmak için egzersizler yaptırmak gereklidir. İşte anne babanın rolü bu olmalıdır. Destekleyici, rehberlik eden, çocuk ihtiyaç duyduğunda yanında olan bir aile… Ama çocuğu, kendi sorunlarını çözebilecek yeterliliğe ulaştırmayı da hedef olmalıdır.
– Sorun çözme davranışı çocuk için burada önem kazanıyor herhalde?
Evet öyle… Sorun çözme becerisi, çocuğun bireyselleşme yolunda ilerlediği, sosyal ve duygusal gelişiminin sağlıklı geliştiğinin göstergesi olması açısından önemlidir..
– Stres durumlarında çocuklar nasıl bir davranış geliştirmelidir? Bunu çocuklarla nasıl çalışıyorsunuz?
Stres ve zaman yönetiminin öğretilmesi de duygusal zeka gelişimi çalışmalarından birisidir. Çocuk, stres durumlarında nasıl davranacak? Çocuğun yaşına ve gelişimine uygun bazı programlar var. Rol-Playler, psikodramalar aracılığı ile örnek olay ve sorunlar kullanılarak egzersizler yapılıyor. Ailelere de hayatın içinde bu egzersizleri devam ettirme yetisi kazandırılıyor.
– Rehacom veya neurobiofeedback gibi enstrümanlar yarar sağlıyor mu bu konuda?
Danışmanlık ve uygulamalar dışında, gerekli vakalar için dikkat ve zihin geliştirme çalışmaları, öğrenme tekniklerinin öğretilmesi reha-com ve neurobiofeedbak çalışmaları kullanılıyor. NBF uygulamaları, çocuk ve gençlerde stres yönetimi, anksiyetenin azaltılması, dürtü kontrolünü öğretmek gibi amaçlarla kullanılmaktadır. Psikoterapinin bir parçası olarak kullanılan bu teknikler, tedaviye destek sağladığı gibi, tek başına da kullanılabiliyor.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.