->
İnsan yaşam döngüsünün önemli bir basamağı olan ergenlik dönemi, çocukluktan yetişkinliğe geçişte önemli bir basamaktır. Bu özelliği ile de kritiktir. Bu özelliği göz önünde bulundurularak bir çok felsefe, eğitim ve psikoloji kuramcısı, ergenlik dönemiyle ilgili olarak açıklamalarda ve değerlendirmelerde bulunmuşlardır.
Türkçedeki ergen kelimesinin İngilizcede karşılığı olan “Adolescence” kelimesi Latin kelimesi adolescere’den türemiştir, ‘olgun olmaya başlamak’ anlamına gelir. Dilimizde kullanılan Ergen kelimesi ise ermek kökünden gelmekte ve “döl bakımından verimli, üretici döneme giren, çocukluk çağını geçen” anlamına gelmektedir.
Ergenlik dönemi, çocukluk ve yetişkinlik arasında yer alan, psikolojik, sosyal gelişim, ruhsal olgunlaşma ve yaşama hazırlık dönemidir. Bir çok ruhsal rahatsızlığın gelişmesi açısından önemli bir yere sahiptir
Bu dönem birçok kaynakta 12-21 yaş dönemi olarak kabul edilmekle beraber günümüzde bu dönemin daha ileriye kaydığı ve 25 yaşa kadar uzadığı kabul edilmektedir.
Ergen yaş grubunun başlıca özelikleri arasında bedensel gerilimin hızla devam etmesi, ikincil cinsiyet özelliklerinin belirginleşmesi, cinsel ilgi ve dürtü artışı, meslek seçimi ve toplumsal statünün tam olarak netleşmemesi, aileye bağımlılığın sürmesi ve benliğin tam olgunlaşmaması sayılabilir.
Ergenliğin bir karmaşa dönemi olup olmadığını sorguladığı gözden geçirme çalışmasında Rutter , bu dönemin gerçekten sorunlu bir dönem olduğu sonucuna varmıştır. Daha sonraki görgül çalışmalar ise bu dönemde önemli ruh sağlığı sorunları yaşansa da çoğu ergenin bu dönemi sorunsuz geçirebildiğine işaret etmektedir. Buna rağmen çocukluk dönemi ile karşılaştırıldığında ruh sağlığı sorunlarının ergenlikte artış gösterdiği ve duygusal iniş çıkışların daha yoğun yaşandığı bir çok araştırmacı tarafından kabul edilmektedir. Çocuklukla karşılaştırıldığında bu dönemde ergenin baş etmek zorunda kaldığı biyopsikososyal değişimler artmaktadır.
Ergenlik, bağımlı çocukluktan kendine yeterli yetişkinliğe geçiştir. Ergenlik geçmiş ve gelecek arasında bir köprüdür. Çocukluktan gelen farklı davranış ve yetenekler ve genç yetişkinlikte beklenen performansı yerine getirme görevinin gerçekleştirilmesi gerektiği dönemdir. Bu dönem zor ve tehlikeli bir aşama olarak tanımlanır. Ergenlik dönemi geniş bir sosyal, kişisel, cinsel, inançsal politik ve mesleki uyum sağlama ve duygusal ve finanssal bağımsızlık sağlayarak ebeveynlerden özgürleşmek için çaba göstermenin yaşandığı dönem olarak görülür. Kendi üzerine düşüncelerin değiştiği diğer insanların düşüncelerini anlama ve soyut düşünme becerisinin geliştiği dönemdir.
Psikolojik bakış açısından ergenlik kavramının tanımlanması özel kronolojik bir yaşla ilişkili değildir, bunun yerine uyum sağlama derecesi kıstas alınabilir. Örnek vermek gerekirse üniversiteyi bitiren bir genç evlenip, finansal yeterliliğini sağlayıp aynı yaştaki yüksek öğrenimine devam eden ve ebeveynlerinden maddi destek alan arkadaşlarına oranla olgun bir yapı gösterir. Bir diğer durumda ise kişi kronolojik yaş olarak yaşlıdır, fakat hala ergene ait davranışlar ortaya koyabilir. Bu özelliklerine rağmen ergenlik dönemini kronolojik yaşa göre sınırlar ve sıralama yaparsak şöyle bir sıralama yapabiliriz.
9-11 ergenlik öncesi
12-14 ilk ergenlik
15-18 orta ergenlik
19-24 geç ergenlik.
G. Stanley Hall ergen psikolojisini bilimsel yöntemle çalışan ilk psikologtur. Felsefi, bilimsel ve deneysel yaklaşımları bütünleştirip ergenlik dönemi ile ilgili oluşturulan yaklaşımların temellerini atmıştır. Bütün gelişimin genetik yapıya bağlı olan fizyolojik faktörler tarafından belirlendiğini vurgulamıştır. Ergenliği ‘fırtına ve stres’ olarak tanımlar. Bu tanıma göre ergenler, çok zıt ve ani dönüşler yapabilen duyguları yaşamaktadırlar. Düşünceler, duygular ve hareketler sarkaç gibi sallanır; bocalama, kibir ve alçak gönüllülük, iyilik ve şeytana uyma, mutluluk ve mutsuzluk, çoşku ve hüzün arasında gider gelir.
Psikoanalitik görüş, çocukluktan yetişkinliğe bir geçiş olarak görünen ergenlik döneminin, yaşamın diğer dönemlerine kıyasla daha sorunlu bir evre olduğunu ileri sürmüştür. Freud’a göre ergenlik döneminde ortaya çıkan fiziksel gelişimler fiziksel gerilimi artırır, özellikle erkek ergenlerde cinsel aktivite isteği artar. Ayrıca bu dönemde bilinçdışı dürtüler ergen hayatında yeni gerginlikler yaratır. Freud’a göre bu dönemde bilinçdışı süreçlerin getirdiği bir karmaşa ve türbülans ortaya çıkar. Freud ergenlik döneminde öz sevicilik olarak adlandırılan narsizm ve öedipus kompleksinin yenilendiğini vurgular. Narsizm ergenlikte egonun idealine bağlanmayı güçlendirmeye hizmet eder. Ego ideali ile kişi bencil, hemen gerçekleştirilecek hazlarına hizmet eder, sosyal konular ve aileyi hiçe sayar. Öedipus kompleksinin başarılı bir şekilde çözümü ergenlik döneminde olgun egoyu, uygun savunmaları ve ebeveyne bağlanmayı beraberinde getirir. Cinsel olgunluğa ulaşma ile çözümlenmemiş oedipus kompleksi çatışmaları tekrar ortaya çıkar. Öedipus kompleksinin başarılı bir şekilde çözümlenmesi egonun süper ego üzerinde kontrolünü sağlar. Eğer bu kompleks başarılı bir şekilde çözümlenmezse ergen başkaldırısı ortaya çıkabilir.
Psikososyal gelişim kuramını ortaya atan Erikson ise ergenlik çağını, hızlı vücut gelişimi, cinsel olgunlaşma ve cinsel farkındalığın olduğu dönem olarak tanımlar. Bunlar çocukluktan farklı yaşantılara neden olacak niteliksel değişikliklerdir. Erikson ergenlik dönemini insan hayat döngüsünde kişinin kimliğinin oluşması ve kimlik bocalamasından kaçış olarak tanımlar. Erikson’a göre gençlik çağı, yaşama atılmadan önce çocukluk döneminden kalan zayıflıkların onarılması için yakalanmış ikinci ve son bir şans gibi görülebilir. Bir anlamda, üstü bir ölçüde kapanmış ama iyileşmemiş çocukluk yaraları gençlikte yeniden deşilirler. Bu süreç çok zaman olumlu sonuç verir. Ama koşulların elverişsiz olduğu durumlarda yaraların giderek kötüleşip iyileşmez bir görünüm alması tehlikesi de söz konusudur. Erikson’un kimlik bunalımı terimiyle anlatmak istediği şey, gençlik çağının bu iki uçlu yanıdır. Kimlik krizinin olumlu sonuçlanması genç bireyin gönüllü olarak kendi geçmişini ve önceki yaşantılarının devamlılığını kabul etmesidir. Kimlik arayışı sona erdiğinde ergen şu soruya cevap vermelidir. ‘ben kimim’ ‘nereye gidiyorum’ ve ‘kim olacağım’. Eğer ergen kimlik arayışına devam ederse, kendinden şüphe, rol dağılması ve kimlik bocalaması içine düşebilir. Ve bunun sonucunda birey öz yıkıcı bir yapı içine girebilir.
Davranışçı yaklaşım, psikoanalitik bakış açısına karşı atağa geçmiştir. Bu karşı atağın önemli temsilcilerinden biri Albert Bandura’dır. Bandura diğer teorisyenlerın aksine ergenliği kaos, stress, güçlük ve zorluk olarak görmek yerine, devamlılıklı ve istikrarlı olarak tanımlamıştır. Bandura ergenliği stress yada sorunlardan özgür olarak tanımlamamıştır. Hiçbir yaş grubunun stress yada sorunlardan özgür olmadığını vurgulamıştır. Yani ergenliğin diğer dönemlere oranla daha ağır yaşanacağı görüşüne karşı çıkmıştır. Davranışçı yaklaşım temel alınarak yapılan boylamsal çalışmalarda toplanan veriler, ergen karmaşası, ergenlik öncesi karmaşa ve yetişkin karmaşasının birbiri ile benzer yönleri olduğunu göstermiştir. Bandura’ya göre ergen davranışı geçmişteki pekiştirmeler, diğer insanların davranışlarını gözlemleme, diğer insanları taklit etme ve kendilerinin dikkat çeken performansları hakkında hatırladıklarının bir birleşimidir. Örnek vermek gerekirse, agresif ergenlerin ebeveynleri tarafından ilk çocuklularında fiziksel ve sözsel agresyona maruz kaldıkları bir çok çalışma ile saptanmıştır. Bandura, bütün ergenlerin sorunlu olacağı ile ilgili genellemelerin yanlış olduğunu vurgulamıştır. Bir çok ailenin istikrarlı çocuklar ve ergenler yetiştirdiğini vurgulamıştır. Bu yaklaşımı O dönemde popüler olan ergenlik döneminin korku, dehşet içeren bir dönem olduğunu vurgulayan bakışlarla zıtlık göstermektedir.
Davranışçı yaklaşımın yanı sıra kültürel antropologlar da psikoanalitik bakışın vurguladığı ergenlik döneminin zorluklar içerisinde geçtiği görüşünün bütün insanlara genellemeye karşı çıkmışlardır. İnsan davranışını açıklamada kalıtımsallık yerine sosyal yapının önemini tartışmışlardır (Balk,1995). Kültürel antropologlar farklı topluluklardaki sosyal kurumlara, ritüellere, inançlara bağlı olarak, insan davranışındaki farklılıklara odaklanmışlardır. Benedict (1950) bireyleri kültürel yapı içerisinde anlayabileceğimizi vurgulamıştır. Kültürel antropologlar evrensel ve genel geçer dönem teorilerine karşı gelmişlerdir. Kalıtımsal yapıyı tam anlamıyla ret etmemişler, ancak kültürler arası ve kültür içi farklılıkların da göz önünde bulundurulması gerektiğini vurgulamışlardır.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.