->
Freud’un yolunu izleyen psikoanalist, hastanın bilinçdışındaki çelişkilerini değişik yollardan bilinç düzeyine çıkartır ve hastanın bu çelişkilerin farkına varmasını sağlar. Böylece hasta artık kontrolü bilinçdışına bırakmaz davranışlarını bilinç düzeyinde etkiler. Her ziyaretin uzunluğu 50-60 dakika arasında değişir.
Psikoanalitik psikoterapinin amacı bilinçdışında yatan çelişkileri bilinç düzeyine çıkarmak ve bir çözüme ulaştırmaktır.
Klasik psikanaliz yöntemi, hastanın bir kaç yılı bulan uzun bir süre, haftada üç veya altı defa psikoterapisti ziyaret etmesini gerektirir
hasta psikoterapistin odasında bir divan üzerine yatar, psikoterapist hastanın göremeyeceği bir şekilde onun başucuna oturur. Psikoterapist hastadan aklına geldiği şekilde hiç engellemeden ve ket vurmadan konuşmasını ister. “Aklına gelenler sana tuhaf, saçma, çocuksu, anlamsız gelebilir, bazıları seni üzer, bazıları güldürür. Türü ne olursa olsun, aklına gelenleri, hiç ket vurmadan olduğu gibi bana söylemen gerekir.” diye psikoterapist hastasını uyarır.
Bu sürece serbest çağrışım adı verilir. Serbest çağrışımda bir düşünce başka bir düşünceyi uyandırırsa, başka bir deyişle çağrışım yaparsa, akla gelen o düşüncenin söylenmesi gerekir. Psikoanalist, serbest çağrışımın bireyin bilinçaltındaki çelişkilerine ulaşmanın en etkin yolu olduğuna inanır. Psikoterapinin başlarında hastanın davranışları tuhaftır ve hasta kolay kola kendini açmaz. Fakat zamanla psikoterapiste güvenen hasta daha rahat olarak serbest çağrışımda bulunmaya başlar.
Konuşmanın çoğunluğunu hasta yapar ama, psikoterapist hastanın söylediklerini sürekli yorumlar. Bu yorumlar psikoanalitik terapinin en önemli araçlarından biridir. Psikoterapist yorumunu, hastanın söylediklerini Freud’un kişilik anlayışı çerçevesinde inceleyerek yapar. Bu anlayış içinde cinsellik ve saldırganlık önemli yer tuttuğundan, hastanın söylediklerini bu yönde yorumlama eğilimi vardır.
Hasta terapistin yorumunu kolaylıkla kabul etmez. Özellikle tedavinin başlarında direnir. Hastanın direnişi sözlü olabilir veya randevusuna gelmeme gibi başka türlü davranışlarla kendini gösterir. Direnişler hastanı savunma mekanizmalarını oluşturur ve terapist, bu savunma mekanizmalarını da, kendi yorumuna dahil eder.
Psikoterapi ilerledikçe hastanın direnmesi yavaş yavaş ortadan kalkar ve transfer gittikçe daha da kuvvetlenir. Hasta psikoterapisti yaşamında önemli bir insan olarak görmeye başlar. Psikoterapist hastanın yaşamında önem kazandıkça hastaya sürekli terapistin çevresinde ve yakınında olmak ister veya terapisti anne-babanın birinin yerine koyarak sanki onun çocuğuymuş gibi davranmaya başlar. Psikoanalistler bu şekilde meydana gelen transferin gerekli olduğunu düşünürler. Hasta terapiste çocuksu davranırken, terapistle kurduğu etkileşim sonucu, küçüklüğünde anne babasıyla nasıl bir etkileşim kurduğunu anlamaya başlar. çocukluğunu yeniden yaşamaya başlayan hastaya psikoterapist anlayışlı ve hoşgörülü bir anne-baba modeli oluşturur. Böylece hasta eski çatışmalarının kaynağını görmeye başlar ve bunları nasıl bilinçaltına ittiğini anlar.
Bu anlayış oluştuktan sonraki aşamada,hasta ve terapist arasında transfer ilişkisi yerine daha olgun, yetişkin bireylerin kuracağı türden bir ilişki yer almaya başlar. Bu, hastanın kendi yaşamına yetişkin ve sorumlu bir kişi olarak başlamaya hazır olduğunun belirtisidir.
Klasik psikanaliz Ferud’un ilkelerini yakından takip eden psikiyatrist ve psikologların kullandığı terapi biçimidir. Bu gün, kendilerine psikoanalist diyen, fakat Freud’un kullandığı klasik psikoterapiyi aynen kullanmayan psikologlar vardır.
Bu psikologlar hastalarını haftada 3-6 defa yerine 1-2 defadan fazla görmezler. Tedavinin yıllarca sürmesini beklemezler. haftalar ya da aylar içinde ifade edilen daha kısa süreli psikoterapi uygularlar. Yalnız geçmişe değil, bireyin şu anda içinde bulunduğu ortama ve onun gelecek hakkında düşündüklerine de önem verirler. Serbest çağrışım ve transferans ilkelerinden başka teknikler de kullanırlar. Başka bir deyişle daha eklektik bir yaklaşımları vardır.
Psikoz gibi gerçeği değerlendirme yetisinin kaybolduğu hastalıklarda psikoanaliz kullanılmaz. Çünkü psikotik kişiler psikoterapistle ilişki kurarak içgörü geliştiremezler. Ferud’cu psikologlara göre, psikozlar, gelişimin ilk aşamalarına gerileme biçiminde kendini gösterir. yaşamın ilk aşamalarına gerileyen kişilerle, içgörü kazandıracak biçimde iletişim kurma olanağı yoktur.
Bir kaç yıl boyunca haftada 3-6 seans olarak gerçekleştirilen klasik psikanaliz hastalara bir servete mal olmaktadır.
Şimdi de psikoanalitik psikoterapinin temelinde bulunan Freud’un düşüncelerini inceleyelim. Freud id, ego ve üst-ben olmak üzere üç birimli bir kişilik yapısı düşünür. İd bireyin hayvansal yönünü ve bütün enerji kaynağını temsil eder. İd’in cinsellik ve saldırganlık olmak üzere iki dürtüsü vardır ve bu dürtüler, hiç bir koşul tanımadan, hemen o anda doyuma ulaşmak ister. Üst ben toplumun ahlak kurallarının, sosyal değerlerinin kristalleştiği yerdir ve bireyin vicdanını temsil eder. Üst ben bireyi toplumun kurallarına uymaya ve diğer kimselere uyum içinde yaşamaya iter.
Ego, id ile üst ben arasında dengeyi kurmaya çalışan bir tür danışmandır. Ego üst benin ortaya koyduğu koşulları iyice inceler, gerçekçi bir değerlendirme yapar ve idin isteklerini, bu değerlendirmenin sonucunda ulaştığı sonuçlara göre kısmen ya da tamamen gerçekleştirir. İd’in isteği hiç yerine getirilemeyecek türden bir istekse, başka bir deyişle yerine getirildiği takdirde birey için son derece olumsuz sosyal sonuçlar doğuracaksa, o zaman ego savunma mekanizmalarını harekete geçirir ve id’in isteğini bilinçaltına iterek, id’le üst-ben arasında çelişkiyi görünüşte çözer.
Bilinçaltına itilen çelişkiler ortadan kaybolmazlar, buradan insanın davranışını etkilemeye devam ederler. Bilinçaltında çözüme ulaşamamış çelişkilerin etkisi yoğunlaştığı zaman, bireyin egosu işin içinden çıkamaz, zayıflar ve bireyin davranışları çelişkilerin etkisi altına girer. Normal dışı davranışların kaynağı, çözüme ulaşamamış bilinçaltındaki çelişkilerdir. Psikoanalitik psikoterapinin amacı bilinçaltında yatan çelişkileri bilinç düzeyine çıkarmak ve bir çözüme ulaştırmaktır.
Sigmund Freud 1856-1939 yılları arasında yaşayan ve çağını derin biçimde etkileyen bir düşünürdür. Bazı kimseler devrim niteliğindeki düşünceleri ile Freud’u Darwi’e Karl Marks’a benzetirler.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.