->
Kendisine yeni bir palto alınmasını bekleyen Ayşe, bir akşam babasının, kendisinden üç yaş büyük ağabeyi için yeni ayakkabılarla çıkageldiğinde çılgına döner, dışa vurmasa da kıskançlık lav gibi akmaya başlar damarlarında. Hayvanlara deneyler sırasında iki seçenek sunulmuş. Peki kıskançlık, çekememezlik, birilerini üzen duruma sevinmek gibi içimizdeki kötüyü dışa vuran bu özellikler ne işe yarıyor?
Kıskançlığın kökleri nereye uzanıyor, insan bu özelliklerini ilkel bir miras olarak evrim boyunca beraberinde mi taşıyor? Eğer böyleyse aynı özelliklere primatlar da sahip olmalıydı. İşte bu konuyu merak eden Leipzig Max-Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nden Keith Jensen *, şempanzelerle bir araştırma yaptı. Fakat birkaç gün sonra ağabeyi kaldırımdaki eski bir direk parçasına takılıp, gıcır gıcır ayakkabının burnunu parçalanıncaya rahatlamıştır.
“Oh olsun” der içinden ve kıskançlığın yerini bambaşka duygular alır
MAYMUN DENEYLERİ
Soldaki ipin ucunu çektiklerinde kendi kafeslerine bir muz düşüyordu. Sağ ipi çektiklerinde ise muz yan kafesteki maymunlara gidiyordu. Eğer maymunun içinde diğerine kötülük etme duygusu varsa, hep sol ipi çekmesi gerekirdi.
Ama beklenilenin aksine diğer maymunlar, şempanzenin umurunda değildi ve rasgele soldaki veya sağdaki ipi çekip durmuştu. Önemli olan kendisinin yiyecek bir şeye sahip olmasıydı.
İkinci bir deneyde ise şempanzenin ipi çekerek diğer yiyeceğin diğer maymunun kafesine veya boş bir kafese düşürme şansı bulunuyordu. Yani her iki seçenekte de şempanzenin hiçbir kazancı olmayacaktı.
Alçak gönüllü ve diğerkam bir şempanze küçük bir zahmet gerekse bile yiyeceği diğer maymunun kafesine düşürebilir, kötülük düşünen ise yiyeceği boş kafese düşürmeyi tercih ederdi. Araştırmacı Jensen, şempanzelerde kıskançlığın ağır basacağını düşünürken, sürpriz bir davranışla karşılaşmış.
Maymunların %50′si hiçbir girişimde bulunmamış. Yani yiyeceği ne diğer maymuna vermişler ne de ondan esirgemişler.
Maymunların %25′i yiyeceği boş odaya, geriye kalan %25′i de komşu kafesteki maymuna düşürmüş.. “Şempanzeler ne alçak gönüllü ne de kıskançlar” diye değerlendiriyor Jensen bu sonuçları.
SADECE İNSANDA VAR
Hiç tanımadığı kişilere bile kan veya para bağışlayarak iyilik eden insanın aksine maymunlar, hemcinsleriyle ilgilenmiyorlar. Bu özellikler başka hiçbir canlıda bulunmuyor.
Kimi bilim insanları, alçak gönüllülüğün bizi insan yapan özelliklerden biri olduğuna inanıyorlar. Ve Jensen’e göre diğerlerine kötülük etmenin de insanlığa özgü çok önemli bir özellik olduğunu öne sürmekte. Bu özellik insanları, örneğin dolandırıcıları cezalandırmak için ortak davranışlara yöneltiyor.
Diğer insanları yargılamak, cezalandıran taraf için belli bir çaba gerektirir. Vergi verenden, yasaların hazırlanmasına kadar. Yasalara karşı gelmenin cezalandırılması modern toplumların vazgeçilmez bir parçasıdır. Hırsızlığı, cinayeti ve diğer birçok suçu, toplumdaki düzeni korumak için cezalandırıyoruz.
Belki de insan toplulukları, kötülüklerin ve suçluları cezalandırmaya yarayan bir mekanizmanın varlığı nedeniyle bu şekilde biçimlenmiştir.
Diğerlerine zarar verme isteği gerçekten de insana özgü bir davranış. Üstelik insan, kendisi için hiçbir kazanç sağlamayacağını bilse bile kötülük etmekten çekinmiyor.
İŞBİRLİĞİNİN KARAKTERİ
Evet insan topluluklarının, hayvanlar dünyasında gerçekten de ayrıcalıklı bir yeri var. Toplumların temeli detaylı iş bölümüne dayanıyor ve toplumlar genetik yakınlık taşımayan bireylerden oluşan büyük gruplarla işbirliği yapıyorlar.
Üstelik bu durum sadece büyük organizasyonlu modern toplumlar ve ulusal devletlerle de sınırlı değil. Aynı şey, basit takaslarla ve ilkel besi üretimiyle geçinen topluluklar için de geçerli. Buna karşın hayvanların birçoğunda çok az işbölümü var, işbirliği ise küçük gruplarda görülmekte sadece.
İnsanlar arasındaki işbirliği, insanın örneğin altruistik cezalandırma gibi diğerkamlıkla ilgili eşsiz bir motifi uygulamaları nedeniyle diğer canlılardan çok farklıdır.
Bu cezalandırma işbirliğini tetikleyen toplumsal değerlerin korunmasını sağlıyor. Deneysel sonuçlar, işbirliğinin ancak altruistik cezalandırma sayesinde geliştiğini ve olmadığı zaman da çöktüğünü göstermiştir.
Altruistik cezalandırmanın anlamı şu: bireyler, kendilerine maddi yükümlülük getirip, hiçbir kazanç sağlamasa da uygunsuz davranışları cezalandırıyorlar. Bu da, insanlar kendilerine yarar sağlamadığı halde diğerlerine niçin kötülük ediyor sorusunu ortaya koymakta. Zürih Üniversitesi’nde Ernst Fehr ve Urs Fischbacher yönetiminde çalışan ekip, işte bu sorunun yanıtını aramak için bazı deneyler gerçekleştirdi.
BEYİNDEKİ YANSIMASI
Araştırmacılar, güvenini kötüye kullanan bir kişiyi cezalandırma şansına sahip insanların beyin etkinliklerini pozitron emisyon tomografisiyle inceleyince, insanların cezalandırma konusunda karar vermeleri sırasında ödüllendirme merkezinin en önemli bölgesi olan “nucleus caudate” bölgesinin etkinleştiğini saptamışlar.
Daha önceki araştırmalarla da insanların para kazandıkları zaman, güzel yüzler gördüklerinde hatta uyuşturucu kullandıklarında da aynı bölgenin etkinleşti görülmüştü. Anlaşıldığı üzere “nucleus caudate” ödüllendirme süreçleriyle ilişkili.
Bu da kuralları çiğneyen kişilerin cezalandırılmasının kişileri rahatlattığı veya memnun ettiğine dayanan tezi kanıtlamakta. Söz konusu araştırmayla ortaya çıkan diğer önemli bir sonuç da şu: Bir insanın “nucleus caudate” bölgesindeki etkinlik ne kadar çok ise cezalandırma sırasında, ödüllendirme ağının önemli rolü de güçlenmekte. Bir ihtimalle nucleus caudate etkinliği, haksızlığın cezalandırmayla giderilmesinden doğan memnuniyeti yansıtmakta.
Tabii insan, kuralları bozanları cezalandırabilmek için ilk önce onları fark edebilmesi gerekiyor. Araştırmacılar bu nedenle insanlarda, iyilik ve doğrulukla ilgi çok hassas bir duyunun geliştiğini düşünüyorlar. Haksızlığı hissetme duyusu bir yerde örneğin, çok severek kullandığımız otomobili, komşunun pırıl pırıl son model arabasını gördükten sonra neden beğenmediğinizi açıklıyor diyor Jensen.
İYİLİK DEDEKTÖRÜ
Bilim insanlarının “iyilik ve doğruluk detektörü” olarak adlandırdıkları bu duyu üç ila sekiz yaşlar arasında gelişmekte. Fehr ve Helen Bernhard bunu çocuklarla yaptıkları bir deneyle ortaya koydular. Çocuklara birer torba şeker veya birine tek diğerine iki torba şeker verilmiş. Üç yaşındaki çocukların yarısı haklı dağıtım istediklerini belirtirken diğer yarısı diğerinin iki torba almasını hiç umursamamış bile. Fakat sekiz yaşındaki çocuklarda durum farklı. Çocukların %90′ı bire bir dağıtım istemişler. Deneylerden anladığımız gibi çocuklar haksızlık ve türe konusunda çok duyarlılar diyor Fehr.
Ve Jensen’ın da dediği gibi iyilik/doğruluk duyusu, alçak gönüllülük veya kıskançlığa bağlı kötülük etme gibi karakteristik özellikler sadece insana özgü ve şempanzelerde bulunmamakta. Bu açıdan bakıldığında bu özellikler, altı milyon yıl önce insan ve şempanze arasındaki yol ayrımının gerçekleşmesinden sonra gelişmeye başlamış olmalı. İnsanların birbirlerine karşı hissettikleri olumlu veya olumsuz duygular, işbirliği, adil davranışlar ve ahlaki değerlerin oluşturulmasına katkıda bulunarak, toplumların biçimlenmesini sağladığı düşünülebilir.
Nilgün Özbaşaran Dede www.pda.g-o.de, www.iew.unizh.ch, www.mpg.de
, Spiegel 5/2006
*Jensen,K.B.Hare, J.Call and M. Tomasello. What’s in it for me? Self-Regard precludes altruism and spite in chimpanzees. Proceedings of the Royal Society of London. SeriesB- Biological Sciences, January 2006.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.