İNSANLAR KENDİLERİNİ BİLE BİLE NEDEN ZEHİRLİYOR!

İNSANLAR KENDİLERİNİ BİLE BİLE NEDEN ZEHİRLİYOR!

Alkolden esrara, kokainden LSDye, pek çok madde beynimizi rotasından saptırıp farklı yönlere sürüklüyor. Zehirlenmek eğlencelidir, sosyal bir olgudur, tedavi edicidir, hatta zihni açar.
Tarih öncesi dönemlerden bu yana insanoğlu, kendini bile bile zehirliyor. Zehirlenmeyi ‘İntoksikasyon’ anlamında kullanıyoruz. İnsan, kendi iradesiyle bilincini niçin bulandırmak ister?

Hepimiz kabul etmekten çekindiğimiz bir nedenden dolayı kendimizi zehirleriz. Çünkü bundan HOŞLANIRIZ
Bu kavramdan amaç, insan bilincinin değiştirerek farklı boyuta taşıyan maddeler keşfediliyor. Zehirleyici maddeleri kullananların beyinleri farklı çalışmaya başlar; bilinçleri farklı bir boyuta geçer. Ne var ki herkes, şöyle ya da böyle, yaşamının bir döneminde maddeleri denemiştir. Bu, sabah mahmurluğunu üzerinden atmak için kahve, iş stresinden kurtulup rahatlamak için bira , veya bir arkadaş partisinde ortama uyum sağlamak için LSD veya ecstasy olabilir.
Günümüzün yasakçı ortamında psikoaktif ­ruh halini değiştiren maddelerin kullanımı konusunu tartışırken, bu maddelerin zararlarından bahsetmemek mümkün değil. Kaldı ki yasal veya yasadışı yollarla bu maddelerin aşırı kullanımı kişi için zararlı olduğu kadar topluma da zarar verir. Kişiye zararı, sağlıklarını olumsuz yönde etkilemesi ve bağımlılık yaratmasıdır. Uyuşturucular ayrıca insanları suça sürükler; şiddet içeren olaylara, kazalara ve
ailelerin parçalanmasına zemin hazırlar. Toplumlar bu şekilde çürüme başlar.
YAŞAMIN VAZGEÇİLMEZ PARÇASI
Her şeye karşın, zehirleyici maddeler insan yaşamının bir parçasıdır. Gerçekten pek çoğumuz aşırıya kaçmadan bu maddeleri sıklıkla kullanırız. Örnek olarak alkolü ele alalım. Alkolün psikoaktif özellikleri ve yıkıcı etkisi bilinmekle birlikte insanların çoğu alkolik olmadan içki tüketir. Ayrıca uyuşturucuların zararlarına ilişkin kampanyalara ve uygulanan şiddetli cezalara karşın milyonlarca insan esrar, kokain, ecstasy, amfetamin ve LSD gibi yasadışı maddeleri kullanıyor.
Dolayısıyla kendi kendini zehirleme arzusu tüm insanlarda ortak bir özellik olarak karşımıza çıkıyor. “Bir insanın bilincini değiştirmek istemesi bilincinin doğal bir parçasıdır” diye konuşan Florida’daki Uyuşturucu Araştırmaları Birliği adındaki kâr amacı gütmeyen bir kuruluşun yetkililerinden Rick Doblin, “Peki ama bir insan, beynini kimyasal maddelere bulayarak niçin biliç halini değiştirmek ister?” diye soruyor.
Bunun yanıtı son derece açıktır. Hepimiz kabul etmekten çekindiğimiz bir nedenden dolayı kendimizi zehirleriz. Çünkü bundan HOŞLANIRIZ. Zehirlenmek eğlencelidir, sosyal bir olgudur, tedavi edicidir, hatta zihni açar. Bugünkü yasaklayıcı ortamda dile getirmekten çekinmekle birlikte giderek artan sayıda bilim adamı, “uyuşturucu sorunu”nun bir adım ilerisini görmeye çalışmadan ve bu maddelerin pozitif etkilerini kabule yanaşmadan olayın yalnızca yarısının tartışılabileceğini ileri sürüyor. Bu da, cinselliği tartışırken
keyif verici yönünü inkâr etmeye benziyor.
KONUYU TÜM YÖNLERİ İLE TARTIŞMAK
İnsanın kendi kendini zehirlemekten niçin hoşlandığını bütünüyle anlamak için önyargılı yaklaşımlardan kaçınmak gerekli. Öncelikle şu soruların yanıtlanmasında yarar görülüyor:
° Psikoaktif maddelerden hoşlanmamızın nedeni nedir?
° Kim olduğumuz konusunda bu maddeler bize ne söylüyor?
° Bunları kullanırken olumsuz yan etkilerini nasıl bertaraf
edebiliriz?
Bilim adamları bu sorulara verilecek yanıtların, insan aklının bilinmeyen yönlerini ortaya çıkartacağı gibi, akıl hastalıklarının tedavisinde de yeni olanakların yaratılmasına yardımcı olacağına inanıyor. Hâttâ bazıları bir adım daha ileriye giderek, insanların kendi kendilerini zehirleme isteklerinin insan doğasının en temel özelliklerinden biri olduğunu kabul ediyor ve bunun açıkça tartışılması gerektiğini savunuyor.
ÖNCÜ ÇALIŞMALAR
Zehirleyici maddeler konusundaki araştırmalar her zaman bugünkü kadar kısıtlayıcı bir ortamda yapılmıyordu. 1950′li, 60′lı ve 70′li yılların başlarında pek çok bilim adamı bu konuya kişisel olarak ilgi duyuyordu. O zamanki liberal günlerde, Amerikan Akıl Sağlığı Enstitüsü’nden Andrew Weil ve etnobotanist Terrence McKenna, çeşitli uyuşturucu türlerini laboratuvarlarında incelediler ve bunların insan aklı üzerindeki etkilerini araştırdılar. Bunların farklı kültürlerdeki kullanımlarını belgelediler ve pek çoğunun tıbbi açıdan yararları olduğunu savundular.
Bu ve bunun gibi öncü araştırmalar, insanın kendi kendisini zehirleme arzusunun insan doğasının temel gereksinimlerinden biri olduğu sonucunu çıkarttı. Weil’in 1973′teki “The Natural Mind” isimli kitabında da belirttiği gibi, erken yaşta çocuklar kendi etraflarında dönerek veya sık sık soluk alarak baş dönmesi ve sersemleme gibi duyguları yaşarlar. İnsanlar yaşlandıkça duygu ve bilinç halini değiştirme arzusu devam eder ve bu hedefe ulaşmak için
kimyasal ve fiziksel yöntemlerden/araçlardan yararlanır.
Bu liberal araştırma ortamı 1970′li yılların sonlarına doğru ve 1980′li yıllarda, başını ABD’nin çektiği “uyuşturuculara ölüm” kampanyalarının etkisiyle dar bir alana sıkışıp kaldı. Uyuştucu
konusundaki araştırmalar “bağımlılık paradigması” altında ezildiği için keyif verici ve yararlı yönleri bu karambolde unutulup gitti.

CESUR ADIMLAR

Ne var ki bazı bilim adamları, tüm kısıtlamalara karşın araştırmalarına inatla devam ettiler. Bugün Los Angeles’teki Kaliforniya Üniversitesi’nde psikofarmolog olarak görev yapan Ronald Siegel bu cesur bilim adamlarından biri. 1960′lı yıllarda öğrencilik döneminde güvercinlerin bellek kapasitelerini inceliyordu. Bir gün arkadaşlarından biri marihuana kullanırken yakalanınca, avukatları Siegel’e başvurarak uyuşturucunun etkileri hakkında bilgi almak istediler. Bu konuda fazla bilgisi olmayan Siegel, kendi olanaklarıyla marihuana üreterek güvercinler üzerindeki etkilerini araştırdı.
Bu deneyimden sonra zehirleyici maddeler konusuna daha fazla ilgi duyan Siegel, insanların ve hayvanların niçin bu maddelerin peşine düştüklerini araştırdı. Kendi kliniğinde “kontrollü maddeler” olarak nitelendirilen LSD, meskalin, PCP, kokain, psilosibin gibi maddeleri gönüllü insanlar ve deney hayvanları üzerinde denedi. Bütün bu çalışmaları sırasında uyuşturduğu hayvanların saldırısına uğramak, uyuşturucu baronları tarafından ölümle tehdit edilmek gibi pek çok olumsuzluk yaşadı. 1989 yılında yayımladığı “Intoxication:Life in pursuit of artificial paradise” isimli kitabı ile büyük ilgi topladı.
DÖRDÜNCÜ DÜRTÜ

Siegel, insanın kendi kendini zehirlemek istemesinin altında çok güçlü bir biyolojik dürtü olduğuna inanıyor. “Bu, bana kalırsa dördüncü dürtü” diye konuşan Siegel, ” Açlık, susuzluk ve cinsellikten sonra bu dürtü geliyor. Bu dürtünün temelinde zevk, keyif, uyarılma, ağrılardan kurtulma, üzüntüleri unutma gibi motivasyonlar olabilir. Ancak hepsini kapsayan ana motivasyon ‘normalden farklı hissetme’ arzusudur. Ben buna ‘gerçeklerden bir süreliğine uzaklaşmak, tatil yapmak’ diyorum. Bazı insanlar bu ihtiyaçlarını yolculuk yaparak, kitap okuyarak, spor yaparak, aşık olarak, sosyal ilişkiler kurarak veya iktidar peşinde koşarak giderirler. Bazıları ise uyuşturucu kullanır. Farklı hissetmezsek yaşıyamayız” diyor.
HEDEFLERDEN BİRİ ZEVK ALMAK
Yaşamak istediğimiz “farklı” duyguların başında zevk gelir. Sinirbilimcilere göre zevk, beynin bize bir mesaj iletme yoludur. Beyin bu yolla, yaptığımız işin, seks ve yemek yemek gibi, hayatta kalmak için ne denli doğru olduğunu söyler. Bu duyguyu yaratan devreler doğal “opioid”ler ve “cannabinoid”ler tarafından tetiklenir. Dolayısıyla bu kimyasal maddelerin başka versiyonlarını beynimize göndermeye eğilimli olmamıza şaşırmamak gerekiyor.
Ancak bu olgu, “kimyasal maddeyi gönder, zevki al” denklemindeki kadar basit değildir. Geçen ay San Diego’da gerçekleştirilen Sinirbilim Birliği’nin toplantısında, Michigan Üniversitesi’nden sinirbilimci Kent Berridge , sıçanlar üzerinde sürdürdüğü deneylerden elde ettiği sonuçları açıkladı. “Anandamide” adı verilen doğal bir cannabinoid verilen sıçanların tatlı yiyeceklere daha meyilli olduğu görüldü. Anandamide verilen sıçanların şeker karşısındaki zevk tepkileri, anandamide verilmeyen sıçanlara göre daha güçlüydü. Dolayısıyla cannabinoid kendi başına zevk veren bir madde olmamakla birlikte, zevk verici deneyimleri daha zevkli bir hale getirdiği anlaşılıyordu. Böylece dünyayı daha keyifli kılıyordu.
NEGATİF ZEVKLERİ BASKILAMA
Buna benzer bir başka düşünceye göre de, bazı insanlar psikoaktif maddeleri “negatif evkleri” bastırmak için kullanırlar. Kaliforniya’da bulunan Scripps Araştırma Enstitüsü’nden nirbilimci
George Koob , insanların beyinlerinde hissedilen zevkin miktarını sınırlayan doğal bir sistem bulunduğunu ileri sürüyor. Koob’a göre, zevk geçici bir duygu olmak zorunda. Aksi takdirde insanlar ve hayvanlar bu duyguya o kadar kendilerini kaptırırlar ki ilk yırtıcı hayvana yem olmaları işten bile değildir. Beyinde bir anti-keyif mekanizması olduğuna inanan Koob, bu sistemin aşırı çalışması durumunda neler olabileceğini şöyle açıklıyor: “Bazı insanlar aşırı
zevk peşinde koşarlar çünkü bunların anti-keyif mekanizması doğuştan çok fazla çalışır. Bu nedenle normalleşmek için uyuşturucu kullanırlar.”
AKLIN TEDAVİSİNDE PSİKOAKTİF MADDELER
Ancak uyuşturucu maddelerin, keyif devrelerine masaj yapmaktan başka işler yaptığı da görülüyor. Bazı hayvanların antibiyotik ve kusturucu etkisi olan bitkiler araması gibi, insanlar da akıllarını tedavi edecek maddelerin peşine düşer. Heyecanlandığımız veya acı çektiğimiz durumlarda fiziksel ve duygusal olarak rahatlatıcı ve yatıştırıcı maddelere ihtiyaç duyarız. Yorgun ve depresyonda olduğumuz zamanlarda uyarıcı ararız. Aralarında Koob’un da bulunduğu bazı bilim adamlarına göre, her türlü zehirleyici maddenin kullanımını tetikleyen en önemli etken tıbbi açıdan yararlı olmaları.
Duygudurumunu düzeltmek için zehirleyici etkisi olan maddelerden yararlanmak hayvanlar aleminde çok yaygın bir davranış şekli. Siegel ve meslektaşları bu konuda binlerce örnek toplamışlar.
Sözgelimi, filler fermente olmuş meyvelere bayılırlar. Bu meyveleri buldukları zaman kaçırmazlar. Ancak eşlerini yitirdikleri zaman (filler genellikle tek eşlidir) teselliyi alkolleşmiş meyvelerde ararlar. Hâttâ bilim adamlarının verdiği etanolü büyük bir iştahla mideye indirdikleri görülmüştür. Bu örneklere bakarak fillerin de, aynı insanlarda olduğu gibi üzüntülerini alkol ile bastırmaya çalıştıkları söylenebilir. Stres durumunda da hayvanlar bu
maddelerden yararlanarak kaçış ararlar. Aşırı kalabalık sürülerin içinde yaşayan fillerin alkole daha düşkün olduğu izlendi. Aynı şekilde korku da bu maddeler için bir motivasyon oluşturuyor. Vietnam Savaşı’nda Siegel ve ekibi mandaların afyon çiçeğine bağımlık derecesine varan bir düşkünlük sergilediğini belgeledi. Bu rada dünyanın başka bölgelerinde kahve çekirdeklerinin ve kat denilen bitkinin peşine düşen keçilerin olduğu biliniyor.
SANRILARA YOL AÇAN MADDELER
Zehirleyici etkisi olan maddelerden uyuşturucu veya uyarıcı olarak yararlanmak anlaşılabilir bir durum, ancak bazı zehirli maddeler var ki bunların hangi gerekçeyle kullanıldığını anlamak gerçekten çok zor. Bunlar sanrılara yol açan maddelerdir. Bunların kullanımı, yalnızca “hayatta kalmaya yardımcı olma” açıklamasına bağlanamaz. Pek çok hayvan bu maddelerden bilinçli olarak uzak durmaya gayret eder.
Ne var ki bazı bilim adamları bunların tıbbi yararları olabileceğini ileri sürüyor. Sözgelimi Doblin, akıl sağlığını korumak için aşırı değişikliğe uğramış bir bilincin de gerekli alabileceğini söylüyor. Sanrılara yol açan maddeler- esrar ve MDMA- kısa bir süre için mantık, ego ve zamanın yönetimindeki gerçeklerden kaçmamıza , bilincin diğer özelliklerine sığınmamıza yardım eder. Doblin, “Beyin, aklın değişik hallerine ulaşabildiği oranda sağlıklı çalışır” diyor.
Bu gerekçe “hippi saçmalığı” olarak algılanmamalı, çünkü tıbbi literatür, sanrı yaratan maddelerin pek çok vakada yararlı olduğuna ilişkin somut bulgulara yer veriyor. Bu vakalar aralarında anksiyete, travma sonrası stres bozukluğu, alkolizm ve eroin bağımlılığı gibi pek çok akıl ve ruh hastalığını kapsar. Bu konudaki araştırmaların pek çoğu 1950′li yıllarda yapıldı. Ancak son yıllarda bu konunun yeniden gündeme geldiği izleniyor. Grob, son günlerde terminal safhadaki kanser hastalarında görülen şiddetli anksiyetenin tedavisinde “psilosibin” kullanımına ilişkin onay aldı. Ayrıca psilosibin’in, tedavi edilemeyen obsesif-kompulsif bozukluk vakalarında ve MDMA’nın travma sonrası stres bozukluğunda
kullanılması konusunda araştırmalar sürüyor.
Bilim adamları, insanların sanrı yaratan maddeleri niçin kullandığını açıklarken, tıbbi gerekçelerin yanısıra, farklı fikirler de öne sürüyor. Siegel, aşırı mahrumiyet koşullarında, maymunları sanrı yaratan DMT kullanmaya ikna edebileceğini keşfetti. Siegel, halen, nikotinin zararlarını araştırmak için üç rhesus maymununa ödül olarak sigara içirtmeyi başardı. Siegel, buna rağmen, sigara içtikleri tüpün içine DMT kattığı zaman maymunların ilk denemeden sonra tüpü içmeyi reddettiklerini belirtiyor. Ancak birkaç gün sonra, karanlıkta ve herhangi bir uyarının olmadığı bir ortamda maymunlar DMT’yi gönüllü olarak içmeye başladılar. Sonuçta maymunlar var olmayan nesnelerin peşinden koşuşturmaya, bunları yakalamaya ve görünmeyen tehlikelere karşı gizlenmeye çalışmak gibi anlamsız hareketler sergilediler. Siegel araştırmasının sonuçlarını şöyle açıklıyor: “Bu, insanın dışında bir primatın gönüllü olarak sanrı yaratan maddeleri kullandığı ilk vakadır. Belki de hayvanları bu maddeleri kullanmaya iten can sıkıntısıdır.”
CANSIKINTISI VE YENİLİK MERAKI

İnsanlar da aynı şekilde, negatif etkileri olan maddeleri salt cansıkıntısından veya yenilik merakından deniyor olabililer. En tehlikeli yasadışı uyuşturucu olarak bilinen PCP, çok farklı tepkiler doğurabiliyor. El ve ayaklarda uyuşma, koordinasyon kaybı, paranoya, sanrılar görme, şiddetli anksiyete, duygudurum daldalanmaları bunlardan birkaçı. Bütün bunlara rağmen bazı insanlar için PCP, bilinç düzeyinde yarattığı değişiklik nedeniyle denemeye değer. PCP 1970′li yıllarda özellikle ABD’de çok popülerdi. Siegel bu merakı şöyle açıklıyor: “İnsanlar farklı hissetmekten veya komik olmaktan keyif almaya başladılar. Yapacak yeni bir şey bulamayan insanlar farklılığı bu maddeler yardımıyla yaratma yoluna gittiler.”
Pek çok açıdan yenilik, temel bir davranış dürtüsüdür. Çocuk gelişimi konusundaki literatür, uykusunu almış, karnı tok ve altı temiz bir bebeğin çevreyi keşfetmeye ve yeni deneyimler kazanmaya çalıştığını yazar. Ellerini kollarını oynatır, eline ne geçirise dokunur, ağzına sokar, tadına bakar veya yere atar. Bu dürtü olmazsa çevresindeki dünya hakkında hiçbir şey öğrenemez. Büyük bir olasılıkla keşfetme merakı yetişkin insanlarda da başka şekillerde kendisini gösteriyor.
Bir başka dürtü de risk alma ile ilgilidir. Bazı insanlar için risk kendi başına bir zevktir. Koob’a göre bu dürtü farklı bir beyin sisteminden zevk devrelerine ulaşır. Yiyecek peşinde koşan bir hayvan için yırtıcı bir hayvanın saldırısına uğrama riski her zaman söz konusudur. Başka bir deyişle yeni avlanma bölgeleri araştırmakla -yenilik- risk birbiri ile çelişir. Evrim bu soruna çözüm olarak yenilikten zevk alma dürtüsünü devreye sokmuş olabilir.
NASIL BİR ÇÖZÜM?
Zevk, heyecan, terapi ve yenilik. Bu açıdan ele alındığında, zehirleyici maddelerin peşinde koşma, bugün bize sunulan evanjelik yaklaşımdan çok farklı bir görüntü çiziyor. Oysa bugün bu maddelere duyulan istek bastırılması gereken, bireye ve topluma zararlı patolojik dürtüler olarak değerlendiriliyor. Bu iki yaklaşımda da ortak olan nokta, aşırıya kaçıldığında bu maddelerin insan ve toplum sağlığına zarar vermesi. Ancak nasıl bir çözüm getirilmesi gerektiği konusunda bu iki grup tümüyle farklı düşünüyor.
Kaliforniya, Davis’teki Bilişsel Özgürlük ve Etik Merkezi’nden Richard Glen Boire, zehirleyici madellere duyulan isteğin, yalnızca insan doğasının bir par çası değil, aynı zamanda temel hakkı olduğunu düşünüyor: ” İnsanlara zarar vermedikçe kafanızın için de neler olduğu bir tek sizi ilgilendirir. Bu özel yaşantınızın sınırlarının içinde kalır” diyor. Boire bu bağlamda psikoaktif ilaçlarla insanların kendi üzerinde deney yapma izninin verilmesi için yasa değişikliği önerisi vermeye hazırlanıyor.
Bazı bilim adamları da bu şekilde düşünüyor. Kısaca zehirleyici maddeleri kısıtlamak yerine, bunları daha güvenli ve daha yararlı bir şekilde kullanmanın yollarını aramamız gerektiğini savunuyorlar. Massachusetts Üniversitesi’nden sosyal kuramcı David Lenson bu tür maddelerle karşı açılan savaşı eşcinselliğe karşı başlatılan mücadeleye benzetiyor: “Bu iki yaklaşım, insan doğasını tam olarak anlamamaktan kaynaklanıyor.” Siegel ise cinsellik ile bu istek arasında şu benzerliği kuruyor. “AIDS sorununu çözmek için cinsel ilişkiyi asaklamayazsınız. Bu nedenle bu maddeleri güvenli ve sağlıklı hale getirmemiz gerekiyor. Çünkü insanlar bunlara ‘Hayır’ diyemeyecek.”
Reyhan Oksay
Kaynak: New Scientist, 13 Kasım 2004

admin hakkında 18864 makale
Öylesine bir hasdta

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.