IQ YA DEĞİL, YÜKSEK VERİMLİ ÇALIŞMANA GÜVEN!

IQ YA DEĞİL, YÜKSEK VERİMLİ ÇALIŞMANA GÜVEN!

Dehalığın ve disiplinli çalışmanın kazandırdıklarına yeni bir bakış… Başarım (performans) değerlendirmelerinde yalnızca IQ gibi doğuştan gelen temel zekâ baz alınmıyor artık.
Olimpiyat şampiyonu yüzücüler, şampiyon olana kadar en az 15 yıl yüzüyor. Halkın da yüzde 14′ünün IQ’sü de bu düzeyde!.. Yani sadece IQ’ya bakılarak bir kimsenin başarılı olup olmadığı söylenemiyor.

Satranç şampiyonları, bilim adamları, başarılı şarkıcılar ve sanatçıların IQ’sunun vasatın üstünde olduğu (115 ve 130 civarında) saptandı.
Aralarında atlet, artist, biyokimyacı ve matematikçi bulunan 120 kişi üzerinde yapılan bir araştırma, uluslararası arenada başarı kazanabilmek için en az 10 yıl bu alanda var gücümüzle çalışmamız gerektiğini kanıtladı
Dünya çapında tanınmış bir piyanist, kendini en az 15 yılını piyona çalmaya adıyor. En ünlü araştırmacılar, önemli matematikçiler ve heykeltıraşlar hayatlarının en az 10 yılını mesleki çalışmalarına adayarak geçiriyorlar.
Nasıl dâhi olunabileceğinin bir yolu yöntemi var mı? Başarılı bir insansanız, nasıl başarıya ulaştığınızı bir düşünün.. Doğuştan büyük yetenekleriniz var mıydı? Peki, sadece bu yeteneğinize güvenerek mi başarılı oldunuz?
Yoksa, ortalama bir IQ ile, ama yüksek başarımlı bir çalışma temposuyla ve seçtiğiniz bir alanda uzmanlaşarak bu bulunduğunuz ve yüzbinlerce insanın gıpta ettiği yere gelebildiniz?
Eğer dünyanın işleri doğuştan dahilere kalsaydı, insanlık hapı yutmuştu!
Israrlı bir çalışma, akıllı seçimler ve bulduğunuz kendinize özgü yol yöntemle ve yenilikçi kararlarınızla da dâhilik düzeyinde işler başarmanız mümkün.. Örneğin, New Scientist dergisinden David Dobbs nasıl dâhi olunabileceğinin yanıtını aramış. David’in bu yanıtı ararken çıkış noktası ise kendisi olmuş. Annesi onu, çizgi film karakteri Ayı Yogi’nin diğer ayılardan daha sevimli olduğuna ikna etmiş. David bir gün en sevdiği çizgi film karakteri Ayı Yogi’yi neden bu kadar çok sevdiğini fark etmiş: Yogi, akıllıymış ve aklı sayesinde diğer sıradan ayılardan ayrılmaktaymış.
Okul yıllarına geldiğinde ise, iyi notlar alarak üç farklı öğretmenin dikkatini çekmiş ve yazı yazmaya çok özel bir yeteneği olduğu fark edilmiş. Yazı yazmaya olan yeteneği ise onu sıradan öğrencilerden ayırmış.
Yazı yazma alanındaki asıl atılımı ise 30′lu yaşların ilk yıllarına rastlamış. Yazdığı yazılar 20′li yaşların sonuna kadar sadece okulla sınırlıymış. 30′lu yaşların başında ise bu konunda, sadece yetenekli olmadığını aynı zamanda önemli derecede bilgi sahibi olduğunu fark etmiş. Zaman ilerledikçe bu alanda bir burs kazanmış ve elde ettiği başarısını korumak için dahi ciddi ve dikkatli bir çalışma temposuna girmiş.
YETENEK EL KİTABI
Öyle görünüyor ki başarılarımız aslında bizim yeteneklerimizden meydana gelir ve yeteneklerimiz de bize doğuştan atfedilmiş olan yetilerdir. Biz doğuştan gelen bu yetileri, disiplinli bir şekilde üstünde durarak geliştiririz.
Bu yeni anlayış -psikolojinin ve bilişselliğin karışımı- uzmanların görüşlerinden oluşan yeni bir el kitabının basılmasında etkili oldu. “Cambridge Uzmanlık ve Uzman Performansı´” adındaki bu kitap Cambridge Üniversitesi yayınlarından bu sene çıktı. Kitap bize aslında ‘dâhilik’, ‘yetenek’ veya ‘yetenek” gibi dehalık çağrışımı yapabilecek ve insanın doğasıyla ilgili olan terimlerin hemen hepsini unutmamızı öneriyor.
Bunun yerine Amerikalı kaşif Thomas Edison ‘un görüşüne yer veriyor: “Dâhiliğin yüzde 99′u çabadır, yüzde biri ise nefes almadır. Çabanın ise yüzde 29′u veriye ulaşmamızı sağlayacak altyapı ve cesarettir ve yüzde yetmişi ise terlemedir. Mozart, Newton, Einstein, Stravinsky örneklerine bakarak dahiliğin doğumla elde edinilen değil de sonradan kazanılan bir yeti olduğunu anlarız.”
OLAĞANÜSTÜ ÇABA
Bu kitabın basımında katkısı olan Tallahassee’de bulunan Florida Devlet Üniversitesi profesörlerinden Anders Ericsson , dehalığın ve uzmanlığın nasıl meydana geldiğini ve neden nadir görüldüğünün açıklanmasının zor olduğunu söyledi.
Ericsson’a göre, tabii ki bu sihirle olmaz; zeki bir kişi hakim olmak istediği konunun kilit noktalarını bulur, başından sonuna kadar bütün eforunu bu konu üstünde yoğunlaştırırsa olağanüstü bir başarıya erişmesi kaçınılmazdır.
Bu durumdaki kişilerin özellikle yüksek bir IQ seviyesine sahip olması şart değildir. Ama hemen hepsinin bir yol göstericisine ve işlerini kolaylıkla gerçekleştirebilecek bir çalışma alanına sahip olmaları ve en önemlisi de başarıya ulaşana kadar inanılmaz bir efor sarf etmeleri şarttır. Ericsson’ı düşündüren diğer bir konu ise insanların var olan ve bulunmuş şeyleri, tekrar tekrar deneyerek kendilerini kanıtlama çabasında olmalarıdır. Yeni bir şeyler üretmeden sadece var olan üzerinde çalışmaları onları başarıya ulaştırmaz; köreltir.
HALKIN ZEKÂ DÜZEYİ
Olağanüstü performans çalışmalarını ölçmek için çeşitli testlere ihtiyaç vardır: Bellek testleri, IQ değerlendirmeleri, beyin tarayıcıları, yetenek testleri vb. Ancak, performans değerlendirmelerinde yalnızca IQ gibi doğuştan gelen temel zekâ baz alınmamalı. Diğer bir deyişle sadece IQ’ya bakılarak bir kimsenin başarılı olup olmadığını söyleyemeyiz.
Satranç şampiyonları, bilim adamları, başarılı şarkıcılar ve sanatçılar üzerinde yapılan bir araştırma, bu kişilerin IQ’sunun vasatın üstünde olduğunu (115 ve 130 civarında) göstermiş.
Halkın da yüzde 14′nün bu IQ düzeyine sahip olduğunu ama aynı başarıyı nadiren gösterdiği bu araştırma sonucunda ortaya çıkmıştır.
Kısacası IQ her zaman üstünlüğü garantilemez.
Bu alanda New York Şehir Orta Okulu mezunları ele alınarak bir araştırma yapıldı: Halkın yüzde birinin sahip olabileceği 130 IQ derecesi ve yine 5000′de bir görülen ve ‘dâhilik’ olarak nitelendirilen 157 IQ dereceleri baz alındı.
Mezunlar arasında 130 ve 157 arası IQ seviyesine sahip olan hiçbir öğrenci bulunmamasına rağmen, öğrencilerin büyük bir kısmı hem başarılı hem de hayatlarından son derece memnundular.
O halde dâhiliği ve üstün yeteneği yaratan nedir? Amerikalı müzisyenlerin bu konuyla ilgili eski bir tabiri vardır. Birbirlerine sorarlar: “Buradan Carnegie Hall’a nasıl gidersin?”
Cevap bellidir: En yüksek performansla doğru yolu izlerim.”
Burada anlatılmak istenen ise, kimse diğerinden daha atletik ya da daha akıllı değildir. Toplumda başarısıyla ayrılanlar başarılarını bir anlamda genetik yapılarına borçlu olabilir, doğuştan gelen yetenekleri olabilir, ama başarının anahtarı, sahip oldukları bu genetik yeteneklerini en yüksek seviyeye çıkarabilmek için var güçleriyle çalışmalarıdır. Psikolog Stephan Hawking ‘in deyişiyle: “IQ’suna güvenenler aslında kaybedenlerdir.”
10 YILLIK ADANMA
Büyük başarılara imza atmış kişileri dinlediğimizde, hayatlarının en az 10 yıllık bir bölümünü başarılı oldukları işe adayarak geçirdiklerini öğreniyoruz.
1985 yılında Chicago Üniversitesi’nden psikolog Benjamin Bloom ‘un, aralarında atlet, artist, biyokimyacı ve matematikçi bulunan 120 kişi üzerinde yaptığı bir araştırma, uluslararası arenada başarı kazanabilmek için en az 10 yıl bu alanda var gücümüzle çalışmamız gerektiğini kanıtladı.
Olimpiyat şampiyonu yüzücüler, şampiyon olana kadar en az 15 yıl yüzüyor. Dünya çapında tanınmış bir piyanist, kendini en az 15 yılını piyona çalmaya adıyor. En ünlü araştırmacılar, önemli matematikçiler ve heykeltıraşlar hayatlarının en az 10 yılını mesleki çalışmalarına adayarak geçiriyorlar.
En az 10 yıllık bu süreç, doğuştan yetenekli olanlar için de geçerli. Mozart 3 yaşından itibaren keman çalmaya başlamış ve müziğe başladığından beri son derece dikkatli ve düzenli çalıştı. 7 yaşında beste yapmaya ve senfoni yazmaya başladı. Ama 10′lu yaşlara kadar onu bir dev yapacak olan başarısına erişemedi. Aynı durum Amerika’nın ünlü golf oyuncularından Tiger Woods için de geçerli. Onun golf sahalarında ki başarısı bir efsane olmuştur ama o daha yürümeyi öğrenmeden sahada golf sopası sallıyordu. Çocukluğundan beri golfe olan ilgisi, onu düzenli olarak golf çalışmaya ve rakipleriyle mücadele etmeye itmişti. Onun bu alandaki başarısı tesadüf değildi. Yeteneğini emekle şekillendirerek başarıyı yakalamıştı.
ÇEVRE FAKTÖRÜ
Bloom’un bir diğer çalışması yer ve zamanın yani çevre faktörünün de verimli bir performans açısından, başarıda önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Bloom, sıra dışı çocuklar ve sıra dışı şartlar birleştiğinde başarı kaçınılmaz olur, diyor.
Bloom çalışmasında, önce çocuklara herhangi bir motivasyon verilmeden ilgi alanları olabilecek konularda çalışmalar yaptırılıyor. Çalışmanın sonunda, çok parlak bir başarı elde edemiyorlar. İkinci aşamada ise çocuklar, öğrenme ve keşfetme konusunda cesaretlendiriliyor ve çocukların hoşlandıkları alanda çalıştıkları esnada başarılı oldukları gözleniyor. Bilim adamlarının geçmişte yaptığı benzer çalışmaların sonucu da bu çalışmadakinden farklı değil.
EN AZ BİR KEZ AFERİN
Sonuçta, büyük başarılara ulaşan kişiler hayatlarında en az bir kez değerli yol göstericileri tarafından bir ‘aferin’ almıştır. New York Kent Üniversitesi psikologlarından Rena Subotenik New York’un seçkin okullarından Juilliard Okulu’nun müzik bölümü öğrencilerini incelemiş ve bu okulda başarılı öğrenci sayısının fazla olduğunu gözlemlemiş. Bunun nedeni ise burada öğrencilerin öğretmenleriyle teke tek çalışması ve okul bittikten sonra bile beraber çalışmaya devam etmeleridir.
Westinghouse Bilim Yeteneği Araştırma Merkezi’ni kazanan öğrencilerin ise başarısızlığının nedeni araştırılmış ve burada öğrencilerin öğretmenle teke tek ilişki de olmadığı ve buna bağlı olarak yeteneklerini geliştirecek bir rehber bulamadıkları gözlemlendi.
Peki yol gösterici ile çalışan çocuklar, yol göstericilerinden ne sağlayarak bu kadar başarılı olabiliyorlar? Onları dâhi yapan nedir? Birinci neden, gruptakilerin detayları ve kavramları tekrardan hatırlayabilme yeteneğidir. Bu yeteneği geliştirmede satranç çok etkili bir örnektir. Bir satranç dehasına sadece 5 saniyede gelişen bir oyun gösterdiğinizde deha, oyunu kafasında tekrardan canlandıracak ve bir saat sonra en az 20 taşın yerini değiştirecektir. Acemi satranç oyuncuları ise 1 saatte ancak 4 ya da 5 tane taşın yerini değiştirebilir.
BELLEK OYUNU
Ama satranç oynayanların çok iyi bir hafızaya sahip olması şart değil. Onların bu yeteneği satranç tahtasında başlar ve satranç tahtasında biter.
Acemi oyuncuya 1′den 20′ye kadar rasgele sayı dizinleri gösterdiğimizde 5 dakika sonra hiçbiri 7 veya 8 sayıdan sonra gösterilen sayıları sırasıyla hatırlamayacaktır. Ama satranç ustaları bu sayı dizinlerini 4′erli ve 5′erli gruplar halinde hafızalarına kaydettiklerinde sonradan sayıları sırasıyla hatırlayabileceklerdir.
Aslında biz bu gruplama yöntemiyle bilgileri hafızaya kaydetme yeteneğini okuyarak da geliştirebiliriz. Okumayı öğrenmek, harf ve kelime gruplarının tanınması demektir. Daha sonra bu kelime grupları, tamlama ve cümle olarak karşımıza çıkar. Hafızamızda kalan bu cümleler sayesinde paragrafın genelini anlarız. Kelimeleri hafızamızda bir mantık çerçevesinde yerleştirip ihtiyacımız olduğunda da geri dönüşler yaşayabiliriz. 20 kelimeyle kurulan mantıklı bir cümledeki, 20 kelimenin 20′sini de tekrardan hatırlayabiliriz. Ama rasgele yan yana yazılmış 20 kelimeyi okuduktan sonra, bu kelimelerden sadece 7 ya da 8′ini hatırlarız. Kümeleme yöntemiyle hafıza kaydı yapabilen kişiler, bilginin tekrardan kullanılabilmesi için farklı zamanlarda, çalışan hafızaya bilgi parçacıkları kaydedebilirler. Farklı zamanlarda ve rasgele dizileri hafızaya kaydetmek bu kişilerin zihnini güncelleştirir ve hafızanın canlı kalmasını sağalar. Bu durum bize zor gelen bir romanı kolaylıkla okumamızı sağlayabileceği gibi, olayların hiç görmediğimiz yönlerini ya da gözden kaçan taraflarını görmemize yardımcı olabilir.
DİSİPLİNLİ ÇALIŞMA
Dehaların deha olmalarının en önemli nedeni, disiplinli çalışmalarıdır. Roger Federer ‘in bizi hem teniste hem de ping-pongda yeneceğini biliriz, ama diğer alanlarda bizi yenemeyebilirler. Yani uzmanlık alanlarının dışına çıktıklarında başarılı olamayabilirler.
Michael Jordan ‘ın dünyanın en iyi sporcularından biri olduğu düşünülür. Hem basketbol hem de beyzbolda şaşırtıcı derecede başarılıdır. Ama Kasparov ile poker oynasaydı büyük ihtimalle basketbolde ve beyzbolda gösterdiği başarıyı sergileyemeyerek yenilecekti.
Yüksek performans çalışmalarına baktığımızda, nörobilimin de bu alanda önemli bir rol oynadığını görmekteyiz. New York’ta bulunan Kolombiya Üniversitesi araştırmacılarından Eric Kandel , hafızanın ve öğrenmenin sinirsel temeli üzerinde yaptığı çalışmayla 2000 yılında Nobel ödülünü kazandı. Yaptığı çalışma ile sinir bağlantılarının sayısı ve gücünün hafızayı güçlendirdiği ve yeteneği arttırdığını kanıtlamıştır. Sayı ve güç ise olayı uygulayış sıklığımıza ve o anki ruh halimize bağlıdır. Ciddi ve belli aralıklarla yapılan çalışmalar uzmanlık sağlayan sinir ağlarını yapılandırır. Genetik yapı sadece bir kişide başka bir kişiye oranla sinapsislerin daha hızlı olmasını sağlayabilir.
NÖROBİLİMDEN DESTEK
Yüksek performans çalışmaları günümüz nörobilimi ve genetik bilimi ile uyum içindedir. Doğal olan ve sonradan geliştirilen yetenek arasındaki geleneksel ayrım artık tamamen ortadan kalkmıştır. Genetik potansiyelimiz çevresel faktörler ve deneyimlerimiz sayesinde harekete geçer. Doğuştan gelen yeteneğimiz, biz onu fark ettiğimiz ve geliştirdiğimiz zaman bizi başarıya ulaştırır.
Acaba doğuştan gelen dehalık ölü müdür? Yapılan analizler başarının, disiplinli çalışma ile geliştirilen özel yeteneğin bir sonucu olduğunu göstermiştir. Başarı getirdiğini düşündüğümüz dehalık ise “akıllı olmak” anlamına gelmez. Eğer başarıya giden yolda büyük bir aşama kaydetmek istiyorsak, yani dâhi olmayı hedefliyorsak zaman ve emek harcayarak doğuştan gelen yeteneğimizi canlandırmamız gerekir.
Sezen Burcu Er  16 Eylül 2006 New Scientist
KAYNAK: http://www.cumhuriyet.com.tr

admin hakkında 18864 makale
Öylesine bir hasdta

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.