->
İnsanın ömrünün sona ermesinden mütevellit haksız şekvalarının Rahîm-i Mutlak’a (celle celâlühü) yönelmemesi için birtakım musibet ve hastalıklar ölüme perde kılınmıştır. Ölüme yol açan binlerce hastalık vardır.
Dr. Kemal SERÇE / Sızıntı Dergisi
Her canlı gibi, insanoğlunun da Yaratıcı tarafından takdir edilmiş ve ölümle neticelenen fıtrî bir ömrü vardır. İnsan, yaşamayı sever, ölümden pek hoşlanmaz
Genetik, hayat tarzı, beslenme ve çevre gibi çeşitli faktörlere bağlı olarak gelişen yaşlanma, birçok hastalığı da beraberinde getirir. İnsanlık, hastalıkların tedavisi hususunda asırlar boyunca yoğun gayret sarf etmiş ve birçok hastalığın tedavisinde Şâfî isminin tecellisi olarak ciddi başarılar elde etmiştir. Buna rağmen, yaşlanma safhasında ortaya çıkan ve insanı ölüme götüren birçok hastalığın tedavisinde ise aciz kalınmıştır.
Yaşlanma, insana ölüme doğru giden bir yolcu olduğunu hatırlatan mühim bir ihtarcıdır. İnsan, dünyaya geldiğinde nasıl acizse, yaşlılığında da benzer şekilde çaresizliğe düşer. İnsan yaşlandıkça birçok şey kendisine zor gelmeye başlar; zamanla yeme-içme gibi alelâde günlük işlerde bile başkasının yardımına muhtaç hâle gelir. İnsanın hafızasına ve aklî melekelerine tesir eden ve bunama (demans) ile seyreden hastalıklar bunlardan bazılarıdır. Bazı kimselerin maruz kaldığı kendi kaynaklarımızda “erzel-i ömür” (ömrün çok rezil bir hâle gelmesi) olarak da ifadesini bulan böyle bir gidişatı muhakkak ki hiç kimse istemez.
“Onlardan hayatta bıraktığımız kimsenin ise, hilkatini tersyüz ederiz…” (Yâsin/68) mealindeki âyette nazara verildiği gibi, yaşlılıkta insan tekrar çocukluk devresine dönmüşçesine gittikçe acziyetin en kesif devresine girer. Bu devre, acziyetin zirvesi olduğu gibi, birçok açıdan rahmetin de sağanak hâlinde lütfedildiği bir dönemdir. Ne var ki, insanların çoğu kendisine emanet verilen bedenî, aklî ve hissî nimetleri yerli yerinde kullanmak suretiyle şükrünü eda etmez, elinde fırsat varken çoğu defa onları zâyi eder. Kendisine ihsan edilen ömrü hebâ etmesi, bazen kişiyi çok rezil bir ömre maruz bırakabilir.
Bunama nedir?
Bunama, bir kişinin günlük hayatını aksatacak derecede hafızasında, zihnî ve sosyal becerilerinde azalma ile karakterize edilen ilerleyici sürecin adıdır. Beraberinde konuşma ve anlama problemleri de olabilir ve yaş ilerledikçe görülme sıklığı artar. Bunama görülme nispeti 65 yaşın üzerinde % 4–8 iken; 85 yaş üzerinde bu rakam % 38′e kadar çıkabilmektedir.
Normal yaşlanma sürecinde bazı kişilerde görülen, hafif belirtilerle seyreden yaşlılık bunaması (senil demans), umumiyetle kliniğe yansımayan bir durumdur. Bunamanın her yaşlıda gelişmediği bilinen bir hakikattir. Bunama gelişmeyen insanların genellikle zihnî aktivitesi yüksek, sürekli okuyup yazan, başkalarıyla kolayca diyaloğa geçen içtimaî yönü güçlü kişiler olduğu görülür. Bu yüzden entelektüel kişilerde bunama görülme nispetinin çok az olduğu söylenebilir. Yaşlı kişinin kendisine bakabilmesini engelleyecek derecede ağır zihnî fonksiyon bozuklukları ile seyreden bunama, sinir hücrelerinin tahribatına yol açan hastalıklar neticesinde gelişir. Bu gruba giren Alzheimer, Parkinson, Huntington ve Frontotemporal bunama gibi pek çok hastalık, bunama ile seyreder. Bu hastalıklarda normal yaşlılık sürecinde görülenden daha fazla nöron (sinir hücresi) harabiyeti vardır. Bazısı irsî olan ve birçoğunun sebebi bilinmeyen bu hastalıkların gelişiminde genellikle beyinde hatalı üretilen proteinlerin birikimi söz konusudur. Nöronlarda biriken bu proteinler, hücrelerin normal fonksiyon göstermesini engelleyerek ölümlerine yol açar.
Bunamanın belirtileri kişiden kişiye farklılık gösterir. İlk belirtiler, sürekli unutkanlık ve kafa karışıklığı (konfüzyon) olmakla birlikte; hafıza kaybı, mücerret (soyut) düşünmede beceriksizlik, dikkati toparlama güçlüğü, karmaşık işleri yapmada zorlanma, kişilik değişiklikleri, şüpheci ve tuhaf davranışlar sergileme mühim belirtilerdir. Yaşlılarda görülen depresyon gibi bazı durumlar bunama ile karıştırılabilir. Bunamanın sebepleri arasında en büyük grubu Alzheimer teşkil eder (% 56). Bunamanın en sık görülen prototipi olan Alzheimer hastalığı üzerinde biraz durmakta fayda vardır.
Alzheimer hastalığı (AH) nedir?
Alzheimer, yaşlılıkta ortaya çıkan ve genellikle 60 yaş üzerindeki kişileri etkileyen bunamalı seyreden ilerleyici bir hastalıktır. Hastalığın seyri, normal yaşlanmada görülen durumdan çok daha farklı ve ağırdır. Zihnî fonksiyonlarda bozulmaya yol açan kronik beyin yetmezliği söz konusudur. Hastalık yavaş ve sinsi bir şekilde başlar ve beyinde harabiyet oluşturur; hastalığın sebebi tam olarak bilinmemektedir. Beyindeki hasarın derecesi, kişiden kişiye değişmekle birlikte sürekli ilerleyici vasıftadır. Hastaların zihnî becerileri ve hafıza kapasiteleri zamanla azalır; mantıklı düşünme, öğrenme ve çevresiyle iletişim kurabilme kabiliyetleri giderek bozulur. Kesin bir tedavisi olmayan hastalığın ileri safhalarında hastalar, günlük basit işlerini bile yapamaz ve bakıma muhtaç hâle gelir.
AH’nin yaş, kişilik özellikleri, beden sağlığı, aile hikâyesi, hastanın kültürel ve etnik alt yapısı gibi birçok faktöre göre farklı seyreder.
– Yaşlı nüfus arttıkça AH’nin görülme sıklığı artar, 65 yaştan sonra her 5 yılda iki katına çıkar.
– Kadınlarda bunama görülme sıklığı, erkeklere göre daha fazladır. Bunun sebebi, kadınların ortalama ömrünün daha uzun ve dolayıyla yaşlı kadın nüfusun fazla olması olabilir.
– Yaşlılarda görülen depresyon gibi bazı durumlar, bunama ile karıştırılabilir. Ayrıca depresyon, AH’de bir risk faktörüdür.
– Eğitim seviyesinin düşüklüğü, ileride AH gelişimi için risk faktörü olarak gözükmektedir.
– Kafa travmasının AH riskini artırabileceği yönünde bulgular vardır.
– Yüksek kan basıncı (hipertansiyon) ve yüksek kolesterol seviyesiyle AH arasında bağlantı olduğu görülmüştür.
Aile hikâyesinde birinci derece akrabalığın olması, riski dört kat artırmaktadır. Diğer muhtemel risk faktörleri arasında; fazla zihin faaliyeti gerektirmeyen işlerde çalışma, Down Sendromu, şuur kaybına sebep olan kafa travması, miyokard infarktüsü öyküsü, aterosklerotik karotid hastalığı, hipertansiyon, atrial fibrilasyon ve tip 1 şeker hastalığı sayılmaktadır.
Alzheimer hastalığında beyin değişiklikleri
Beyinde hafızanın depolandığı ve işlendiği belirli bir yer yoktur. Zihnî faaliyetlerin çoğu, beynin değişik bölgelerinin birlikte çalışması ile gerçekleşir. Şakak (temporal) loblarının iç kısmında bulunan hipokampus, hafıza sistemlerinin ana santrali gibidir. Aynı zamanda frontal (ön) ve temporal korteksin de hafızaya katkısını gerektirir. Hipokampus, kendisine gelen bilgileri tasnif eder, gruplandırır ve beynin değişik yerlerindeki uygun depo ağlarıyla birleştirir.
Alzheimer hastalığı, beynin temel fonksiyonel hücresi olan nöronu harap eder. Bu harabiyet, öncelikle hafıza sisteminde merkezî vazife gören hipokampusta başlar. Bundan dolayı, hastalığın en mühim belirtisi hafıza kaybıdır. Sonra sırasıyla amigdal ve limbik sistem adı verilen duygu ve düşünceye tesir edici rol oynayan bölümler ve beyin kabuğu (korteks) etkilenir. Bu bölgelerdeki sinir hücrelerinin hasar görmesi neticesinde, beyin kütlesi küçülür. Kişide lisan becerileri, plân yapma ve muhakeme kapasitesi azalır, zamanla saldırgan ve şüpheci davranışlar ortaya çıkar. Hastalığın son dönemlerinde ise hastaların çoğu yemek yeme, idrar yapma gibi fonksiyonlarını kontrol etme kabiliyetini kaybederek bakıma muhtaç ve yatalak hâle gelir.
Alzheimer hastalığına yol açan sebepler
Hastalığın, kalıtım ve çevre faktörlerinin birlikte tesiriyle geliştiği düşünülmektedir. AH’nin gelişiminde ortaya konan kesin risk faktörleri aile hikâyesi ve yaştır. Hastaların yaklaşık % 30′unda ailede bunama hikâyesi vardır; % 95′inde, hastalık 65 yaş üzerinde ileri yaşlarda başlar.
Genetik sahasındaki çalışmalarda AH ile münasebeti olan dört kromozom belirlenmiştir. Hastalığın erken başlangıçlı formları otozomal dominant genetik geçiş özelliğine sahiptir ve bunlar vakaların % 3-5′ini oluşturur. Erken başlangıçlı AH’de; kromozom 1 (presenilin 1 geni), kromozom 14 (presenilin 2 geni), kromozom 21 (amiloid prekürsör protein geni); geç başlangıçlı AH’de ise kromozom 19′un (Apo E geni) rolü vardır. 12. kromozomdaki alfa-2 makroglobulin geni de risk faktörü olarak hâlen araştırılmaktadır.
Ailevî AH’de presenilin1 (PS1), presenilin 2 (PS2) ve amiloid prekürsör protein (APP) gibi proteinleri kodlayan genlerde mutasyonlar olduğu gösterilmiştir. Ailesinde bu geni taşıyan bir çocuğun hastalığa yakalanma riski % 50′dir. Amiloid prekürsör protein (APP) geni 21. kromozomda olması sebebiyle 50′li yaşlara kadar yaşayabilen Down sendromlu kişilerde AH ortaya çıkabilir. 19. kromozomda ApoE 4 allel geni taşımanın, geç başlayan AH ile ilgili olduğu ve hastalığa olan duyarlılığı arttırdığı düşünülmektedir.
Geç başlayan hastalığa sebep olduğu bilinen genetik mutasyonların ortak özelliği beta-amiloid öncü proteinin anormal işlenmesine ve parçalanmasına yol açmasıdır. AH’de görülen patoloji, nöronlarda beta-amiloid plâkları ile nörofibril yumaklarının birikimidir. Beyinde aşırı beta-amiloid birikimi çok sayıda plâk oluşumuna yol açar. Hastalığın belirtilerinin şiddeti ile nörofibril yumaklarının birikimi arasında mühim bir orantı vardır. Nörofibril yumakları, sinir hücresi içindeki tau proteini aracılığıyla oluşturulur. Bu protein, sinir hücresinin iskelet yapısını ayakta tutmaya yardımcı bir proteindir. Hücre iskeletini ayakta tutan mikrotubüllerin tau proteinlerinden ayrılmasıyla hücre içinde nörofibril yumakları oluşur ve neticede hücre iskeleti çökerek nöronun ölümüne yol açar. Araştırmalar, Alzheimer hastalarının beyinlerinde bariz bir iltihaplanma olduğunu göstermiştir. İltihaplanma, beyin destek hücreleri olan mikrogliaların, hasar görmüş nöronları bölgeden uzaklaştırmaya çalışmasından kaynaklanabilir.
Teşhis ve tedavi ile alâkalı hususlar
Alzheimer hastalığını kesin teşhis eden bir test henüz yoktur. Hastalığın klinik teşhisi, hastayı tam bir fizikî muayeneden geçirip, hasta hakkında bilgi verecek bir yakını ile ayrıntılı görüştükten sonra diğer sebepler elenerek konulmaktadır. MR ve PET görüntüleme teknikleri, beynin yapısındaki ve fonksiyonundaki değişiklikleri göstererek teşhise yardımcı olur. Kesin teşhis, ancak otopside beyin dokusunun mikroskopla incelenmesiyle konabilir.
Alzheimer hastalığının tedavisinde, hastanın hafızasını iyileştirme, endişesini yatıştırma, varsa uyku bozukluğunu düzenleme gibi hususların üzerinde durulur. Tedavi ile hedeflenen, hastanın hayat kalitesini mümkün olduğunca yükseltmektir. Hafıza kaybı, kafa karışıklığı ve bunama; metabolik problemler, depresyon, ilâç zehirlenmesi, tiroid hastalıkları ve vitamin eksikliği gibi geri dönüşü olan hastalıklardan kaynaklanabilir. Bu durumlarda ne kadar erken teşhis konulursa, tedavi de o kadar kolay olur. Ayrıca, bunamayla birlikte olabilecek depresyon, kaygı-endişe ve uyku bozukluklarının tedavisi, hastanın durumunda sıklıkla iyileşme sağlar.
PET görüntüleme ile Alzheimer hastalığında beynin özellikle şakak loblarında, metabolizma düşüklüğünün olduğu gösterilmiştir. Son yıllarda yapılan araştırmalarda, beynin bu bölgelerine uygulanacak manyetik uyarıcı seanslarının metabolizma düşüklüğünü ortadan kaldırarak hastalığın iyileşmesine katkıda bulunacağı ileri sürülmektedir. Manyetik uyarıcı tedavisi ile beyin dokusunun metabolizmasının arttığı SPECT ve PET çalışmaları ile ispatlanmıştır. Bu metot dünyada 3–4 yıldan beri uygulanmaktadır. Bu metodun hastalığın belirtilerinde ve kendisinde önemli düzelmelere vesile olarak hastaya çok şey kazandırdığı gibi, bilinen hiçbir yan tesiri de yoktur.
Korunma ve önleyici tedbirler
Yaşlı nüfusun artması ile birlikte AH, ülkeler için mühim bir problem teşkil etmektedir. AH’nin başlangıcının 5 yıl geciktirilmesi, ortaya çıkmasını da % 50 azaltır. Bu sebeple hastalığı önleyici tedbirler önemlidir ve aşağıdaki hususlar göz önüne alınmalıdır.
– AH’nin başlangıcını geciktiren veya yavaşlatan ilâçlar, hastalıktan korunmada da tesirli olabilir.
– Hipotiroidi, normal basınçlı hidrosefali (beyin-omurulik sıvısındaki artış), vitamin B12 eksikliği gibi bunamaya yol açtığı bilinen tedavi edilebilir hastalıkların, yanlışlıkla AH tanısı almaması için iyi değerlendirilmesi ve kesin teşhis konması önemlidir.
– AH’nin kaynağında, bazı vitamin ve minerallerin tesirinin olduğu düşünülmektedir. B12 vitamini ve folatın yetersizliği, B6 vitamini metabolizmasındaki bozuklukların “Alzheimer”la münasebetli olduğu ve buna bağlı olarak Alzheimer’da plâzma homosistein seviyesindeki yüksekliğin damar hastalıklarının gelişiminde rol oynadığı tespit edilmiştir. Alzheimer hastalarında plazma B1 (tiamin) seviyesi ve beyin magnezyum yoğunluğu düşük, beyin sıvısında çinko, alüminyum ve demir düzeyinin yüksek olduğu tespit edilmiştir. Beyindeki artmış oksidatif strese karşı E ve C vitamini gibi antioksidanların koruyucu tesirinin olduğu bildirilmiştir.
– Toplumda risk grubu içerisinde yer alan sağlıklı yaşlılarla Alzheimerlı yaşlılarda klinik belirtiler ortaya çıkmadan önce, yeterli mineral ve vitamin ihtiva eden diyetlerin uygulanması, hastalıktan korunmada ve belirtilerin ortaya çıkmasını geciktirmede faydalı olacaktır.
– Hastalıktan korunmada, kişilerin eğitim seviyesinin yükseltilmesi, sürekli zihnî aktivitede bulunmaları, düzenli fizikî egzersiz yapması, güçlü içtimaî bağlantılarının olması ve katılımlı aktif bir hayat tarzının benimsenmesi ve bunların hayat boyu sürdürülmesi oldukça mühimdir.
Hastalıktan korunma adına kişinin sürekli okuma ve yazmanın yanısıra, sık sık bulmaca çözmek, güzel şiir ve Kur’ân’dan âyetler ezberlemek suretiyle dâima zihnî faaliyetlerde bulunması lazımdır. Egzersiz maksatlı günlük yürüyüşler yapma, bir yere yürüyerek gidip gelme, çevredeki göze hitap eden uyaranların değişmesi ve aklî melekelerin daima işletilmesi adına gidiş-gelişlerde farklı yolları kullanma oldukça faydalıdır. Atalarımız “Tebdil-i mekânda sıhhat vardır.” demişlerdir. Mekân değişikliğinin husulü için kısa mesafelere de olsa seyahat etme ve sıla-i rahîmde bulunma çok mühimdir. Hareketleri kısıtlı ve eve hapsolmuş yaşlı kişiler, günde birkaç defa abdest alarak vücutlarının çeşitli bölümlerini uyarmak, beş vakit namaz kılmak, hattâ diğer nafile ibadetleri yapmak suretiyle hareketsizlikten, ataletten korunabilirler. Evde sürekli bir koltukta oturarak televizyona hapsolmuş, bedeni ve zihni pasifize olmuş kişilerin aklî melekelerinin her geçen gün zayıflaması ve gittikçe dumura uğraması kaçınılmazdır. Devamlı televizyon seyretme, bilgisayar ve internete aşırı bağımlılık gibi insanın çevresiyle irtibatını kesen bir hayat tarzının menfî tesirleri, birçok akademisyen, eğitimci ve psikolog tarafından ortaya konmuştur.
Alzheimer ve benzeri geri dönüşü olmayan hastalıklar, kişinin içine düştüğü durumun ciddiyeti sebebiyle, insana acziyetini hatırlatır. Peygamber Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) acizlik, fakirlik ve cimriliğin yanısıra ‘bunama’dan da Allah’a sığındığını görürüz. Hastalığın tedavisinde yetersiz kalınması, insanın her yönüyle Rahmet-i Sonsuz’a muhtaç olduğunu ve O’na (celle celâlühü) sığınılması gerektiğini hatırlatır.
Kaynaklar
– Mayo Clinic Alzheimer Hastalığı, çev: Ayşe Bingöl, Güneş Kitabevi, 2004.
– Türk Geriatri Dergisi 2007;10, s. 88–99, 156–168.
– Sağlık ve Toplum Dergisi 2002;12, s. 22–32.
– Türk Nöroloji Dergisi 2010;16, s.1–11
– Hadîsler: [Ebu Ya’la, İbni Hibban]
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.