->
Buna karşılık başka organlardan sıçrama yoluyla gelişen tümörler sık görülür. Karaciğerin kendi hücrelerinden kaynaklanan kansere oldukça seyrek rastlanması nedeniyle karaciğerde görülen bir tümörün karaciğer kanseri olduğuna karar vermeden önce, sıçrama olasılığını dikkatle değerlendirmek gerekir.
Görülme Sıklığı
Karaciğerde oluşan birincil kanserin çok sık görüldüğü ülkelerin yanı sıra, bu olgunun orta sıklıkta rastlandığı coğrafi bölgeler de vardır. Bunun nedeni kendi atardamarıyla gelen kana ek olarak, genellikle birincil ve metastaz yoluyla gelişen tümörlerin sık yerleştiği bir yer olan mide-bağırsak kanalından gelen bütün kanın da karaciğere akmasıdır.
KARACİĞER TÜMÖRLERİ
Kendini yenileme gücü bakımından dikkate değer bir organ olmakla birlikte, karaciğerde gerek iyi, gerek kötü huylu birincil tümörlere seyrek rastlanır
Birinci gruba örnek olarak tümörlerin yüzde 50’sinin 45 yaşın üzerindeki erkeklerde görüldüğü Bantular (bir Afrika halkı) verilebilir, ikinci gruba İspanya. Yunanistan, İtalya, İsviçre gibi Avrupa ülkeleri ve Hawaii gibi bazı Avrupa dışı ülkeler girer. Ayrıca Danimarka, İsveç, ABD, Şili ve Kanada gibi ülkelerde görülme oranı düşük ya da çok düşüktür.
Örneğin, Çin ve Mozambik gibi ülkelerde erkek nüfusta 100 bin kişide 100 olguya rastlanırken, bu oran Kanada’daki erkek nüfusta 100 binde 1,4′e geriler.
Tümörün yüksek oranda görüldüğü ülkelerden göç edenlerin ilk kuşağında hastalığa yakalanma oranı aynı kalmakta, ama sonraki kuşaklarda bu göçmenlerin yerleştikleri bölgedeki düzeye inmektedir.
Bu durum, bu tümöre yatkınlığın kalıtsal ve ırksal etmenlerden çok çevresel etmenlere bağlı olduğunu göstermektedir. Bu çevresel etmenlerin araştırılması çok önemlidir.
Son yıllarda, tümörün görülme sıklığının düşük olduğu ülkelerde artma, yüksek olduğu ülkelerde ise azalma eğilimi görülmektedir. Bu durum, bazı ülkelerde gerek sağlık gerek çevresel koşulların iyileşmesi sonucunda tümörün görülme oranının azaldığını, öte yandan “uygar” olarak nitelenen ülkelerde çevresel koşulların kötüleştiğini düşündürmektedir.
Coğrafi dağılımın yanı sıra, tümörün cinsiyete göre görülme sıklığı da farklıdır. Erkeklerde ve özellikle 50 ya-şın üzerindekilerde belirgin ölçüde çok görülür. Erkekte görülme oranı yüzde 60-80 arasında değişir.
Olası patolojik etmenler arasında ilk sırayı karaciğer sirozu alır. Bu nedenle uzun süre, sirozun bir preneoplastik (kanser öncesi) lezyonları olduğu iddia edilmiştir.
Tümörün sirozla birlikte görülmesine Afrika’da seyrek rastlanır. Karaciğer kanseri, çoğunlukla erkeklerde olmak üzere, çocukluk çağında da görülür (tümörlerin yüzde 4′ü). Dölütsel tipte epitel (döşeyici) hücrelerden oluşan “hepatoblastom” tümörü, genellikle yaşamın ilk üç yılında gelişir. Çocukluk çağında tümör ve siroz arasındaki bağlantıya erişkinlere oranla daha seyrek rastlanır.
Kanser ve Siroz
Siroza özgü kendini yenileme ve hücre değişiklikleri, kuramsal olarak kansere kadar uzanan olaylara neden olur.
Epidemiyolojik veriler, karaciğer kanseri ile siroz arasındaki ilişkinin yeniden değerlendirilmesi zorunluluğunu doğurmuştur. Gerçekte iki lezyonun ya-yılım alanları birbirine denk düşmemektedir.
Örneğin, Fransa sirozdan ölüm oranının en yüksek olduğu ülkedir. Ama Fransa aynı zamanda karaciğer kanserinin en düşük oranda görüldüğü ülkelerden biridir. Benzer verilere Şili, Meksika ve Almanya’da da rastlanmıştır. Oysa Güney Arrika ve Endonezya’da sirozdan ölüm çok düşükken, karaciğer kanserinin görülme sıklığı çok yüksektir.
Arrika ve Asya’da siroz yüzde 40 oranında kanserle bir arada görülür. Bu ülkelerde siroz olgularının büyük bölümü hepatit B virüsüne bağlıdır ve virüs taşıyıcılarının oranı çok yüksektir. Sirozun hepati virüslerine bağlı olmadığı Avrupa ve ABD’de ise sirozla kanserin birlikte görülme oranı yalnızca yüzde 5-15′tti.
Siroz ile karaciğer kanseri arasında bir ilişki vardır, ama burada belirleyici olan sirozun kendisinden çok ona yol açan etkendir. Sirozun başlıca iki nedeni vardır. Bunlardan biri hepatit B (ve hatta C) virüsü, Öbürü alkol ve çeşitli toksik (zehirli) maddelerdir. Her iki etken de kansere yatkınlık kazandırmaktadır. Aşın alkolün kanseri kolaylaştırıcı etkisi bağışıklık sistemini baskılamasına bağlanabilir. Hepatit B virüsü ile karaciğer kanseri arasındaki ilişki ise aşağıda ele alınmıştır.
Kanser ve Viral Hepatit
Karaciğer kanseriyle B tipi hepatit hastalığı arasında değil, ama B tipi hepatit virüsü arasında bir bağlantının varlığını gösteren çok sayıda veri elde edilmiştir. Gerçekten birçok kişinin kronik virüs taşıyıcısı olmakla birlikte hiçbir hepatit belirtisi göstermediği bilinmektedir.
Karaciğer kanserinin coğrafi olarak görülme sıklığı ile B tipi hepatit virüsü taşıyıcılarının dağılımı arasındaki örtüş-me bu açıdan ilginç bir gözlemdir, ama bilimsel açıdan yeterli değildir. Aynı coğrafi çakışma daha sonra göreceğimiz gibi aflatoksin ile zehirlenme oranları için de geçerlidir ve geçmişte kwas-hiorkor (protein yetersizliğine bağlı bir hastalık) olguları için kanıtlanmıştır. Coğrafi çakışma yalnızca birden çok hastalıkta rol oynayan çevresel etkenlerin varlığını gösterir. Ama bu hastalıklar arasında zorunlu olarak nedensel bir bağ bulunduğu anlamına gelmez.
İkinci bir veri karaciğer kanseri hastalarında hepatit virüsü antijenine (HBsAg ya da Avustralya antijeni) sağlıklı kişilerden 10-50 kez daha yüksek oranlarda rastlanmasıdır. HBsAg taşıyıcılarında karaciğer kanserine yakalanma riskinin taşıyıcı olmayanlara göre 270 kez fazla olduğu hesaplanmıştır. Bu risk örneğin sigara içenlerin akciğer kanserine yakalanma riskinden çok daha yüksektir.
Sirozsuz kanser olgularının büyük bölümü B tipi hepatit virüsü taşıyıcılarında ortaya çıkar.
Karaciğer kanserine yakalanma olasılığı yüksek kişiler yalnızca HBsAg taşıyıcıları değildir. Bu risk geçmişte B tipi virüs enfeksiyonu geçirmiş olan ve kanında yalnızca anti-HBc (B tipi virüsün kendisine karşı gelişmiş antikor) bulunan kişiler için de vardır.
Karaciğer kanserinin oluşumunda B tipi hepatit virüsü enfeksiyonunun rolüne ilişkin başka gözlemler de yapılmıştır. Tümörün genç yaştaki insanlarda da ortaya çıktığı Tayvan, Senegal, Kore gibi ülkelerde B tipi hepatit enfeksiyonunun dikey geçiş yapüğı, yani anneden bebeğe bulaştığı sık görülür. Hastalık gebelik sırasında etene yoluyla geçmediğinden, burada doğum sırasında bir bulaşma söz konusudur. Bu durumda taşıyıcı annelerden doğan bebeklerin uygun bir doğum sonrası koruyucu tedavi görmesi önem kazanmaktadır. Erken bir enfeksiyonun, karaciğerde tümör oluşma riskini 5-12 kez artırdığı sanılmaktadır.
Doğrudan insana bağlanmayan, ama öbür bilgilerle birlikte Önem kazanan bir başka deneysel veri daha vardır. B tipi hepatit virüsü kemirici hayvanlardan olan Amerika marmotuna bulaştmldığın-da yalmz akut ve kronik hepatit gelişmemekte, olguların yüzde 25′inde karaciğer kanserinden ölüm de görülmektedir.
Bu veriler kanserin gelişiminin yalnız j siroza değil, aslında siroza da yol açan B tipi hepatit virüsüne de bağlı olduğunu düşündürmektedir. Bazı uzmanlar B tipi hepatit virüsünün, tek başına kansere yol açmasa da başka etkenlerle birlikte bu hastalığın ortaya çıkması için gerekli olduğunu öne sürmektedirler. Birçok ülkede B tipi hepatit virüsüne karşı aşılama başlatılmıştır. Bu aşının yalnızca B tipi akut hepatiti değil, kronik karaciğer ilti-, habı olgularını, ayrıca sözü edilen varsa-1 yurtlar doğruysa sirozun ve bir ölçüde ka-1 raciğer kanserinin görülme sıklığını belirgin biçimde azaltması beklenmektedir.
Kanser ve Çevresel Zehirli (Toksik) Maddeler
Daha önce belirtilenlerin yanı sıra, çevresel zehirli maddelerin de hastalığa yo! açan (patojenik) etmenler olarak değerlendirilmesi gerekir, örneğin, pdi-metilaminoazobenzen (yağ şansı) ya da nitrozoaminler gibi bazı maddelerin, somut veriler olmamakla birlikte, karaciğer kanserine yol açtığı sanılmaktadır.
Son zamanlarda, birçok Avrupa ülkesinde yaygın olarak bulunan ve Hindistan gibi bazı ülkelerde demlenerek içilen kuşotundaki alkaloitler üzerinde durulmuştur. Bu maddelerin başka karaciğer hastalıklarına neden olmasına karşın kansere yol açmadığı kanıtlanmıştır.
Oysa mikotoksinler ve özellikle As-pergillus Flavus’un ürettiği aflatoksin-ler ciddi sorunlara yol açmaktadır. Bunlar özellikle tropikal ülkelerde, belirli ısı ve nem koşullarında korunan buğday ve fıstık başta olmak üzere, birçok tohum ve tahıla bulaşır.
Afiatoksinin kansere neden olduğu bazı deney hayvanlannda kesin olarak kanıtlanmıştır. İnsanlardaki kanser yapıcı etkisine ilişkin kesin bir veri olmamasına karşm, aflatoksin zehirlenmesinin coğrafi dağılımı karaciğer kanserinin dağılımına tam olarak uyar. Alman zehirli madde miktarı ile kanserin görülme sıklığı arasında bir ilişki vardır.
Göz önüne alınması gereken bir başka madde doğum kontrol haplarıdır. Bunlar uzun süre alınmaları durumunda karaciğer tümörüne neden olabilirler. Ama olguların büyük bölümünde iyi huylu tümörler (adenomlarj oluşturdukları gözlenir. Görülme oranı, her yıl doğum kontrol hapı kullanan 100 bin kadında 3-4′tür; tümörlerin yalnızca onda biri kötü huyludur. Bu nedenle doğum kontrol hapı kullanan bir kadında kötü huylu karaciğer tümörü oluşması olasılığı gerçekte çok düşüktür.
Belirtileri
Kötü huylu biçimler özgül bir belirti vemfıeden gelişir ve bir süre gizli kalabilirler. İlk belirtiler özellikle sağ yana yerleşen, omuza değin yayılan gezici karın ağrılarıdır. Bunun yanında hazımsızlık, iştahsızlık, bulantı ve kusma; genel olarak da kabızlık, karında dolgunluk ve ağırlık hissi görülür. Açlık ya da toklukla bağlantılı olmayan bu belirtiler, hastalığın ilerlemesiyle hızla ağırlaşır. Erken evresinde kansızlık ve halsizlik ortaya çıkar. Kilo kaybı, ödem (şişlik) ve karın zarı boşluğunda sıvı birikmesi nedeniyle fark edilmez. Olguların yüzde 20-80′inde, genellikle hafif şiddette bir sanlık görülür. Geçmişin araştırılması sonucunda olguların büyük bölümünde eskiden de sanlık bulunduğu ya da hastanın sirozlu olduğu anlaşılır.
Bazen kapı toplardamarmdaki yüksek basınç dalak büyümesi ve yemek borusu toplardamarının genişlemesi biçiminde kendini gösterir. Bu basınç artışı, daha önceden var olan bir siroza ya da kanserli dokunun yayılarak kapı toplar-damanndaki akımı bozmasına bağlıdır. Bacaklarda ani gelişen ödem (şişlik), buna eşlik eden yüzeyel karın toplardamar-İannın gerilmesi ve nefes darlığı, genellikle alt anatoplardamarın tümör nedeniyle tıkanmasının bir sonucudur. Bu evrede karaciğerin tümörün yayılmasına bağlı olarak yumrulu çıkıntılar biçiminde düzensiz olarak büyüdüğü saptanarak klinik tanı konabilir. Ama karaciğer kanseri genellikle otopside kesin olarak tanımlanabilir. Karaciğer büyümesinin, bir karaciğer tümörüne bağlı olabileceği çoğunlukla geç evrede düşünülmektedir.
Karaciğer kanseri olgularında özgül klinik biçimler gözlenmiştir. Kanserli dokunun yer yer Ölmesine (nekroz) bağlı ateşli biçim, oldukça sık görülür ve karaciğer apsesi ile karıştırılır. Çocuklardaki belirtiler, büyümenin durması, iştah kaybı ve karında kütle oluşumudur.
Seyrek olarak (yüzde 9) tümör karaciğer dışındaki bölgesel lenf bezlerine ve akciğerlere sıçrar. Tümöre bağlı pa-raneoplastik denen sendromlarla, yani tümöre özgü belirtilerle birlikte ya da öncesinde ortaya çıkan bir dizi bozukluk ve değişikliğe de (jinekomasti [özellikle erkeklerde memelerin gelişimi], kanda şeker ve kalsiyum düzeyinin yükselmesi) sık rastlanır. Tanı konmasından sonra ilk iki ay içinde ölümler görülür. Tedavi edilmeyen hastalann yaklaşık yansı ölür. Bazı hastalar ise tanının konmasından sonra üç yıl kadar yaşarlar. Karaciğer tümörlü hastalann yaşam beklentisindeki bu zamana yayılan değişiklik, klinik evreye ve tanı anındaki hastalığın ne ölçüde ilerlemiş olduğuna bağlıdır. Aynca tümörün hücresel farklılaşma derecesi de etkili olabilir.
Karaciğerin işlevini sürdürmesi ile hastanın yaşam beklentisi arasında belirgin bir bağıntı vardır. Olguların çoğunda Ölüm karaciğer komasına, genişlemiş yemek borusu toplardamarlarının yırtılmasına bağlı sindirim sistemi kanamasına ya da tümörün yırtılmasına bağlı kanniçi kanamaya bağlıdır. Bazı olgularda Ölüm karaciğer dışı metastazlara bağlı olarak gelişebilir. Genellikle iskelet, beyin, bölgesel lenf düğümleri ve karın zarında ortaya çıkan metastazlar olguların yüzde 5-10′unda klinik olarak belirlenebilir.
Tanı
Karaciğer tümörü kuşkusu olan bir hastada, bu tablo ile kanşabilecek başka hastalıkların bulunabileceği düşünülerek tanıya gidilmelidir. Tümörün varlığının kesinleşmesi durumunda kötü huylu mu yoksa iyi huylu mu olduğu belirlenmelidir. Cerrahi tedavi tümör saptandıktan sonra önerilir.
Kuşkulu karaciğer lezyonu olan hastalarda her zaman yapılması gereken incelemeler şunlardır: Kan sayımı, akyuvar hücre tiplerinin dağılımı, alyuvar çökme hızı (sedimantasyon), kan pıhtılaşma testleri; kanda alkalin fosfataz, bilirubin, transaminazlar ve albümin düzeyinin belirlenmesi; olağan koşullarda kanda bulunmayan alfafetoproteinin aranması.
Laboratuvarda elde edilen en anlamlı veri kanda yüksek düzeyde alfafe-toprotein (AFP) saptanmasıdır. DÖlüt-sel karaciğer hücresine özgü olan bu proteinin varlığı, karaciğerin kendisini yenilediğinin bir belirtisidir. Bu nedenle kanda karaciğer tümörü bulunmadığı zaman da, örneğin, akut bir karaciğer iltihabının iyileşme evresinde ya da kronik karaciğer iltihabının gidişi sırasında da belli bir oranda rastlanabilir. Ama tümöre bağlı bir büyüme olduğunda bu oran yüksek değerlere ulaşır.
Kanda AFP (alfafetoprotein) değerinin 400 ng/ml’nin (ng: nanogram [bir gramın milyarda birij) üstünde olması ya da 20 ng/ml’nin üzerinde saptanan değerlerin giderek hızla artmasıyla birlikte, ultrasonda tümöre özgü yapıların saptanması tanının konmasını sağlar. Karaciğer kanseri tanısında AFP’nin kullanılmasının hem avantajları, hem dezavantajları vardır. En büyük avantajı, incelemeyi ko-laylaştırmasıdır. Bn büyük dezavantajı ise, ilerlemiş evredeki karaciğer kanserlerinin yüzde 25′inde ve tümör çapı 2 cm’nin altındaki karaciğer kanseri olgularının yüzde 45′inde kan serumundaki AFP düzeylerinin yüksek çıkmamasıdır.
Tanının doğrulanması için ultrason, kolloidal altın ya da teknezyumla yapılan sintigrafi ve bilgisayarlı tomografi gibi bir dizi inceleme uygulanmalıdır. Daha sonra anjiyografi de (kontrast madde verilerek damar filmi çekilmesi) önerilebilir. Kesin ve güvenilir tam, ancak tümörün doğrudan görülebildiği ve biyopsinin alınabildiği laporoskopı (karın içinin mercek düzeneği olan bir boru ile gözlenmesi) ile konabilir.
Gidişi ve Komplikasyonlar
Tümör ilk olarak karaciğer içinde yayılır. Karaciğer içinde tek bir tümör olabileceği gibi birden çok tümör de olabilir. Metastaz ya çevre dokulara yayılma ya da kan yoluyla sıçrama biçiminde olabilir. Karaciğer dışında Önce lenf bezlerinde, daha sonra uzaktaki organlarda (akciğer, kalp, böbrek, safrakesesi ve beyin) yayılma görülür. En sLk rastlanan komplikasyonlar şunlardır: • Budd-Chiari sendromu – Genellikle tümörün yayılması sonucunda karaciğer toplardamarının tıkanmasına bağlıdır. Tıkanma kısa sürede yerleşirse, ciddi belirtiler (ateş, sağ böğürde batıcı ağrılar, karın zarı boşluğunda sıvı birikimi, sarılık) görülebilir. Bu durumda klinik tablo hızla kötüleşir ve kısa zamanda (46 hafta) koma ya da komplikasyonla-ra (septisemi, akciğer embolisi) bağlı ölüme yol açar. Karaciğer toplardama-nndaki tıkanma kademeli olarak yerleşirse, klinik olarak karaciğer-dalak büyümesi, karın zan boşluğunda sıvı birikimiyle birlikte karaciğer yetmezliği görülür. Karaciğerde giderek ağırlaşan ve dönüşü olmayan biçimde işlevsel hasarın oluşması, kısa sürede ölümle sonuçlanır. Karaciğer kanserine karşı uygulanabilecek Özgül bir tedavi yoktur. Yapılabilecek tek şey hastayı rahatsız eden belirtilerin geçici süre ortadan kaldırılmasına yönelik yardımcı tedavidir.
• Tıkanma sarılığı – Tümörün özek-doku içinde ya da dışında bulunmasına bağlı olarak safra akımının durması sonucunda (karaciğer içi ya da dışında safranın birikmesine bağlı olarak) ortaya çıkar ve hızla ilerler. Özgül (antitü-möral) ve Özgül olmayan (belirtilere yönelik) tedavi biçimleri uygulanabilir.
Tedavi
• Genel ilkeler – Olguların çoğunda, tanı konduğunda karaciğer tümörü ilerlemiş evrede bulunduğundan tedavi olanakları sınırlıdır. Bu durum beş yıllık yaşam beklentisinin son derece kısalmasına yol açar.
• Cerrahi tedavi – Köklü bir tedaviye olanak sağlayan tek yöntemdir. Bu tedavi belirli koşullardaki hastalara uygulanabilir. Tümör belirli şuurlar içinde ve tek bir bölgede yerleşmiş olmalıdır. Lenf düğümlerine yayılmamış olması ve uzak metastazların bulunmaması gerekir. Karaciğer sintigrafisi, ultrason, anji-yografi ve bilgisayarlı tomografi hastada cerrahi girişimin yarar sağlayıp sağlamayacağının saptanmasında çok yararlıdır. Organ nakline bağlı olarak karaciğerin bütünüyle alınması halen deneysel aşamadadır. Karın zarı boşluğunda sıvı birikmesi, siroz ve/ya da ağır karaciğer yetmezliği bulunması durumunda cerrahi girişimden kaçınılmalıdır. Bunlar cerrahi girişimde normalde yüzde 5 olan ölüm riskini artıran etmenlerdir.
• Işın tedavisi (radyoterapi) – Işın tedavisinin karaciğer kanserinde tek başına etkili bir yöntem olduğunu kanıtlayacak veriler yoktur. Işın tedavisinin karaciğer atardamarının İçine verilen ilaçlarla yapılan kimyasal tedaviyle birlikte uygulanmasıyla elde edilen sonuçlar görece umut verici görünmektedir. Işın tedavisinin uygulanmasındaki başlıca sınırlama tümörün ışına duyarlılığının az olmasına karşılık, normal karaciğer özekdokusunun ışına dayanıklılığının düşük olmasıdır. Yani tümör dokusu ortadan kaldırılmak istenirken, normal karaciğer dokusuna zarar verilebilir.
• İlaç tedavisi (kemoterapi) – Alışılagelmiş ilaçlarla tedavi günümüze değin yalnızca rahatsızlık verici belirtilerin ortadan kaldırılmasını sağlamıştır.
Beklenen Gidişi (Prognoz)
Karaciğer kanseri hızlı gelişir ve ölüme yol açar. Ameliyat edilebilir olgularda 5 yıllık ortalama yaşam süresi yüzde 20-30 arasında değişir. Ameliyat edilemeyen olgularda hastaların çoğu tanı konmasından sonra 6 ay içinde ölür ve bunlarda 5 yıllık ortalama yaşam süresi yüzde l’e bile ulaşrriaz. Karaciğerde tümörün sirozla bir arada bulunması hastalığın gidişinin olumsuz olduğunun bir işareti olarak kabul edilir. Bu durumda ilaç tedavisine direnç görülür. Kan bilirubin düzeyinin ^lizde 2 mg’nin üstünde olması, yüzde 25′in üzerinde kilo kaybı ve transaminaz-ann düzeyinin yüksek olması da gidişin iyi olmadığının göstergeleridir. Yetişkinlerde, safra yollan kanserine oranla karaciğer kanseri daha iyi bir gidiş izler. Ço-cuklardaki karaciğer kanserinin (hepatob-lastomj gidişi erişkinlerdekinden de (he-patokarsinom) iyidir. Tıp yazınında deği-türde ilaç tedavilerine olumlu yanıt dığına ilişkin işaretler varsa da, bu te-:vi yaşam süresini anlamlı ölçüde değiş-tirememektedir. Işın tedavisinin, yaşam üresi üzerinde bir etkisi olmamasına karşı düşük dozlarda uygulandığında ağrı-belli bir oranda azalttığı gözlenmiştir.
Belirtileri
Safra yollarında tıkanmanın ortaya çıkmasından sonra tümör klinik olarak saptanır. Başlangıç evresinde çoğunlukla dikkat çekici belirtiler yoktur; genel olarak karnın sağ üst kadranında ağrılar, halsizlik, iştahsızlık, bulantı görülür. Klinik belirtiler şunlardır: Sarılık, ağrı, ateş, ele gelen safrakesesi, karaciğer büyümesi. Tıkanma sarılığı başlangıçta kasılmalara bağlıdır. Ağn kısmen sinirlerin baskısına, kısmen de taşlara bağlı olarak gelişir. Çoğu zaman tanı, tıkanma sanlığı için uygulanan cerrahi girişim sırasında konur. Tıkanmanın olduğu yer yüzde 95′lik bir doğrulukla ultrasonla saptanabilir; özellikle endoskopik uygulamayla safra yollan röntgeni (kolanjiyografi) ile de benzer doğrulukta belirlenebilir. Anjiyografi ise cerrahi girişim sırasında yararlı olur. Tümörün yeri ve yayılımına ilişkin olarak bilgisayarlı tomografi doğru bilgiler verir. Laboratuvar incelemeleriyle kandaki alkalin fosfataz, gammaglütamil-transpeptidaz ve suda eriyebilir bilirubin düzeylerinin saptanması yararlıdır.
Hastalığın Gidişi ve Komplikasyonlar
Başlangıçta tümör ana safra kanalına (koledok), daha sonra tüm safra dallan-malanna yayılır. Safra yapılarını aştıktan sonra, karaciğer dokusuna ve sinir yapılarına yayılır ve bölgesel lenf bezi yapılarının ötesindeki karaciğer, akciğer ve uzak organlara sıçrar. Metabolik (he-patik komaya kadar gidebilea, giderek ağırlaşan karaciğer yetmezliği), iltihabı (safra yollan iltihabı, safrakesesinde irin toplanması, pankreas iltihabı) ve kanamaya bağlı (karaciğerin işlevinin bozulması nedeniyle burada yapılan pıhtılaşma faktörlerinin eksikliğinden kaynaklanan) komplikasyonlar görülebilir.
Tedavi
• Cerrahi tedavi – Tümörün çıkarılmasının ve safra yollarına yeniden işlerlik kazandırılmasın m olanaklı olduğu durumlarda iyileşmeyle sonuçlanabilen tek tedavi yöntemidir. Ama hastaların çoğunun ileri yaşta olduğu ve tümörün genellikle karaciğer, pankreas ve yakınındaki damarsal yapılara yayıldığı göz önüne alınırsa, köklü cerrahi girişimin zor olduğu açıktır. Bu nedenle sarılığı kontrol etmek ve kaşıntıyı hafifletmek için, tıkanan safra yollarının açılmasına yönelik yardımcı cerrahi girişimler daha gerçekçi görünmektedir. Son zamanlarda geliştirilen bir yöntemle darlığın Önüne bir boru yerleştirilerek safranın dışarıya ya da bağırsağa akıtılması, cerrahi girişim gereksinimini azaltmıştır.
• Işın tedavisi (radyoterapi) – Işın tedavisinin bu kanser türünde iyileştirici rolü kesin olarak gösterilememiştir. Birçok hastada ışın tedavisi tek başına ya da ilaç tedavisiyle birlikte kullanılmasına karşın tam olumlu sonuçlar alınamamıştır. Bu tedavi biçimi günümüzde, belirtilerin geçici bir süre hafifletilmesi için kullanılmaktadır.
• İlaç tedavisi (kemoterapi) – Birkaç olumlu sonuç elde edilmiş olmasına karşın, ilaç tedavisinin etkisi çok sınırlıdır. Karaciğer dışı safra yollan kanserlerinin çoğu tanı konduğunda ameliyat edilemez durumdadır. Bir baypasın (by-pass) gerçekleştirilmesi ya da safra akımım sağlayan bir sondanın yerleştirilmesinden sonra, ışın tedavisinin tek başına ya da ilaç tedavisiyle birlikte uygulanması hastalığın geçici kontrolünü sağlayan tek olasılıktır.
Beklenen Gidişi (Prognoz)
Bu hastalık kaçınılmaz olarak ölüme yol
açan bir gidiş izler. Yardımcı tedaviler uygulanan bazı hastaların uzun süre yaşadıkları görülmüştür. Ama hastaların çoğu tanı anında ileri evrede bulunduklarından bir yıldan fazla yaşamazlar.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.