->
Tuba Kabacaoğlu / AKSİYON DERGİSİ
t.kabacaoglu@aksiyon.com.tr
Onların anlaşılmaya ve kucaklanmaya ihtiyacı var. Bazıları daha fazlasını bile yapıyor. Sevgi, sebat ve sabırla onların zihinleri engel tanımıyor. Zihinsel engelli çocuklar da normal insanlar gibi öğrenip kendini geliştirebiliyor. 100 şarkıyı ezberden okumak, harikulade resimler yapmak gibi
Yer, İstanbul Çağlayan Zihinsel Engelliler Rehabilitasyon Merkezi. Sahnede mehter takımı var. Ancak bu mehteran diğerlerinden farklı. Konseri verenler zihinsel engelli öğrenciler çünkü. Kimi önündeki davulu dövüyor, kimi de müziğin ritmine ayak uydurmak için def ya da darbuka çalıyor. Sonra semazen arkadaşlarına bırakıyorlar sahneyi. Geldiklerinde kendi etrafında bile dönmeyi bilmeyenler, profesyonelleri çatlatırcasına sema ediyorlar. Simalarına yansıyan huzur ve güven hemen fark ediliyor. Ardından bir öğretmen ve bir öğrenci çıkıyor sahneye. Hocaları İlker Burak Kalay uduyla çalıyor, Nevin de etkileyici sesiyle “Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini” şarkısını söylüyor. Okuma-yazma öğrenemeyecek zekâ seviyesine sahip Nevin’in performansı şaşırtıyor salondaki herkesi.
Benzer bir sahne İstanbul Taksim’deki Attila İlhan Kültür Merkezi’nde de yaşanıyor. Burada sahneye çıkanlar ise tiyatro yapıyor. Onlarınki, zihinsel engelli çocuklar için Türkiye’de bir ilk’i gerçekleştirmekten ibaret. Tiyatroda ne dekor var ne de ışık. Tek malzemeleri zihinsel engellilerin bizzat kendileri. Onları, Çağlayan’daki arkadaşlarından ve Türkiye’deki diğer zihinsel engellilerden ayıran en önemli özellikleri varlıklı ve statü sahibi ailelerin çocukları olmaları. Yıllarca özel öğretmenlerden özel dersler almışlar; ama ne yeteri kadar hayata dâhil olabilmişler ne de özgüvenlerini geliştirebilmişler. Topu topu altı kişiler. Tan, Ozan, Hale, Nil, Gözde ve Reyzi’nin yaşları 17 ile 21 arasında değişiyor. İkisi otistik, diğerleri down sendromlu. İçlerinde az da olsa okuma-yazma bilenler var. Fakat çok kullanamıyorlar. Öğrendiklerini sık sık unutuyorlar. Sürekli, yeni başlangıçlara ihtiyaçları var.
YÜZLERCE TEKRARDAN SONRA ÖĞRENEBİLİYORLAR
Bu son cümle, zihinsel engelli çocuklara sahip olmayanlar ya da onların varlığını fark edemeyenler için şaşırtıcı gelebilir. Ama zihinsel engelli çocuklar ve ailelerinin yaşadıklarını görmeden tahayyül etmek çok zor. Çünkü dünyadan bihaber yavrular, biyolojik yaşlarının çok çok gerisinde, anne babaların sabır taşını çatlatırcasına bambaşka bir hayatı yaşıyorlar. Hem de bitmek tükenmek bilmeyen tekrarlarla. Zekâlarının çok küçük bir kısmını kullanabilen zihinsel engellileri tedavi edebilmek için aileleri, uzun ve özverili bir süreç bekliyor.
Türkiye’de zihinsel engellilerin tedavisi için çalışan pek çok rehabilitasyon merkezi var. Onlardan biri de İstanbul Tophane Özürlüler Müdürlüğü’ne bağlı Çağlayan Zihinsel Engelliler Rehabilitasyon Merkezi. Sekiz yıldır faaliyette olan merkez, ‘zihinsel engellilere ücretsiz hizmet veren ilk kurum’ olma özelliğine sahip. Kendi alanlarında uzman 10 öğretmen, okuma- yazma, ebru, ahşap-cam boyama, makrome-takı tasarımı, temizlik sınıfı, öz bakım becerilerini geliştirme, müzik, ritim, resim, bahçe bakımı ve ev ekonomisi alanlarında eğitim veriyor. 40 dakika süren derslerde öğrenciler sürekli sınıfta durmak ve bir aktiviteyle ilgilenmek zorunda değil. Boncuk sınıfında güne başlayan biri sonraki derste ebru sınıfına geçebiliyor. Verilen her bir eğitimin amacı farklı.
ŞARKI SÖYLEYEN, SERGİ AÇAN ENGELLİLER
Konu başlıkları kültür sanat faaliyetleri gibi gözükse de öğrenciler aynı anda parayı, zaman kavramını, renkleri, sayıları, saatleri, sayı saymayı, bir obje üzerine dikkat toplamayı, hafızalarını geliştirmeyi, kaslarını kullanmayı öğreniyor. Ayrıca görgü kurallarını, öz bakım becerilerini ve temizlik alışkanlıklarını da yaşayarak kavrıyorlar.
Onlara bir şey öğretmek ise çok zor. Bir bilginin neredeyse yüz kez tekrarlanması şart. Öğrencilerin ancak yüzde 30’u okuma-yazma sınıfından faydalanabiliyor. Diğerleri bu eğitimi alabilecek zekâ seviyesinde değil. Eğitimlerinin amacını Çağlayan Zihinsel Engelliler Rehabilitasyon Merkezi Müdürü Zübeyde Vural anlatıyor: “Bu çocukların 20 dakika bir yerde oturmaları çok zor; ama el sanatlarıyla uğraştıklarında saatlerce burada kalabiliyor, hatta evlerine gitmek istemiyorlar. Her bir faaliyetin amacı onlara küçük de olsa bir şeyler gösterip öğretmek.” Merkezde tedavi gören Erdem, akrabaları tarafından cinsel istismara uğramış biri. Şimdi orada muhafaza ediliyor. Artık kimse ona zarar veremiyor. Zamanla renkli karakteri ortaya çıkmış. Zübeyde Hanım Erdem’den bahsederken, “O tam bir şov adamı!” diyor.
Merkezde tedavi görenlerin hayat hikâyeleri oldukça ilginç. Onlardan biri, babası beyin cerrahı olan A. Merkeze gelmeden önce her sabah komşularının down sendromlu çocuğunu dövermiş. Buna bir türlü çare bulamamışlar. İki aile arasında ciddi sorunlar yaşanmış. A. şimdi burada. Ailesine göre çocuklarının hayatı düzene girdi. Burada kimseye zarar vermiyor çünkü. Ali de varlıklı bir ailenin çocuğu. Çağlayan’daki merkeze gelinceye kadar birçok özel okula gitmiş; ama ciddi bir gelişme kaydedememiş. Buradaki tedaviye ise cevap vermiş. Ali’nin ablası, “Kardeşim odama kapıyı çalarak giriyor artık. Tuvaletten çıkınca da ellerini yıkıyor.” diyor. Şüphesiz bunlar normal çocuklar için sıradan davranış kalıpları. Ama engelliler ve aileleri için büyük gelişim ve değişim demek…
Murat’ın annesi vefat etmiş. Babası teyzesiyle evlenmiş. Yeni eşinden de zihinsel engelli bir çocuk dünyaya gelmiş. Annesinin ölümünden sonra kimsesiz kalmış Murat. Hâliyle çevresindekiler onu bolca istismar etmiş. Sürekli porno film seyrettirmişler, sırf gülüp eğlenmek için. Merkeze ilk geldiğinde çok ürkekmiş. Örneğin müzik dersine her girdiğinde masanın altına saklanır ve hiç sesini çıkarmazmış. Merkezdeki eğitim sayesinde günden güne farklılaşmış. “Bırakın insanlardan kaçmayı, müzik grubunu organize edebiliyor artık. Şimdi mehteran takımında görevli.” diyor, Müdire Zübeyde Hanım.
Çağlayan’daki merkezin müdavimlerinden bir diğeri de Sinan. İlk geldiğinde ancak cetvelle ev çizebiliyormuş. Kendini o kadar geliştirmiş ki… Öğretmenleri ona bir haftalık sergi bile açmış. Meğer Sinan’ın içinde bir cevher varmış. Aslında Sinan’ın gayreti, zihinsel engelli çocukların hepsinde çok büyük yetenekler olduğunu, ailelerin ve öğretmenlerin ortak gayretleriyle bu cevherlerin ortaya çıkarılabileceğini gösteriyor. “Nevval Kahraman otistik. İnsanların üstüne üstüne yürür, nereden geçeceğini ya da ‘Çekilir misiniz?’ demeyi bilmezdi.” sözleriyle anlatıyor Zübeyde Hanım onu. İlk geldiğinde sadece ‘Mini mini bir kuş donmuştu’ şarkısını söylermiş. Şimdi 100’den fazla Türk Sanat Müziği parçasını ezbere okuyabiliyor. Okuma-yazma bilmemesine rağmen duyarak ezberlemiş şarkıların güftelerini. Geçen yıl Muazzez Ersoy ile sahneye çıkmış.
ŞEFKAT, SABIR VE SEBAT
Çok zor öğrenen öğrencilere şarkı söyletmek, hatta onlardan bir müzik grubu kurmak şüphesiz çok büyük bir başarı. Çağlayan’daki müzik grubunun, Mayıs 2006’da zihinsel engelli gençler arasında Polonya’da düzenlenen yarışmada birinci olması, ünlü bir caz grubundan önce sahne alması da bunun bir göstergesi. Elbette bu başarının arkasında öğrencilerine bir şeyler öğretmeye çabalayan öğretmenlerin şefkati, sabrı ve sebatı var.
Onlardan biri müzik ve ritim öğretmeni Murat Uçtu. İlkin 10 kişilik ritim grubuyla başlar. Ardından mehter ve semazen grubu gelir. Uzun yıllar cezaevlerinde 12-18 yaş arasındaki çocuklarla çalışıp müzikle suç oranlarını düşürmeye çalışan Uçtu, 2005’ten bu yana zihinsel engelli öğrencilerle ilgileniyor. Algı düzeyleri oldukça düşük bu gençleri aynı anda harekete geçirmek, birbiriyle uyumlu hareket etmelerini sağlamak, nota ve ritimleri öğretmek onun için uzun ve sabırlı bir yolculuk. Ritim öğretirken ‘düm’ ve ‘tek’ sesinden faydalandığını, ‘düm’ ve ‘tek’in işaretini sembolleştirip tahtaya çizdiğini anlatıyor. Darbuka üzerinden de bu seslerin algılanmasını sağlıyor. İşaretle sembolleri öğretince bir ritim kalıbı hazırlıyor, “düm, tek tek, düm tek tek” gibi. Öğrenci önce ritmi söylüyor, sonra darbuka üzerinde sesi duyuyor. Böylece zihinsel engelli birinin öğrenemeyeceği birçok ritmi kolayca kavrayabiliyor.
Kolay dediğimize bakmayın, 10 dakikalık bir sema gösterisi için bir yıl boyunca hafta içi her gün çalıştıklarını söylüyor Murat Uçtu. Zekâ seviyelerine göre öğrencilerinin çok hızlı öğrendiği kanaatinde. Grup çalışmasıyla öğrencilerin hem arkadaşlık bağları kuvvetlenmiş hem de kendilerine olan güvenleri artmış. Aileler de uzun yıllar sonra çocuklarının bir şeyler yapabileceğini görmüş.
ÜÇ AYDA İP TUTMAYI ÖĞRENDİ, DÜNYALAR BENİM OLDU
Gülşen Sefer makrome ve cam boyama öğretmeni. “Makrome ya da cam boyama deyip geçmeyin.” diyor. Çünkü öğrenciler bu faaliyetler sayesinde çok şey öğreniyor. Mesela makrome yapılacak ipler tahtaya dolandığı andan itibaren sağ-sol şeklinde gösteriliyor. Bir öğrencinin yalnızca sağ tarafını öğrenebilmesi için yaklaşık 1-1,5 hafta gerekiyor. Bazen 2 haftayı da bulabiliyor. Sonra renkler, geometrik şekiller hayatlarına giriyor. Her bir düğüm, öğrencilerin oldukça zayıf el kaslarının gelişmesini sağlıyor. “Beş düğüm at, kırmızı ipten iki düğüm” gibi direktiflerle de sayılar öğretiliyor. Zamanla cam bardakları boyuyor, makromeden dergilik, peçetelik veya kapı süsü yapıyorlar. Gülşen Hoca, çocukların ürettikleri şeyleri muhakkak ailelerine gönderiyor. Çünkü ailelerinin çocuklarının bir şeyler öğrenebileceğine inanmalarını istiyor. Kapı süsünü alıp evine giden çocuk, yıllar sonra evladının ilk kez bir şey yapabildiğini gören annesinin yoğun ilgi ve alakasıyla karşılaşıyor.
Takı tasarım sınıfı hayli renkli. Rengârenk boncuklarla anahtarlık, kolye, bileklik yapmaya çalışıyor öğrenciler. Takı tasarım öğretmeni Filiz Sünnetçioğlu bir yıldır burada. Engelli grubuyla ilk kez çalışıyor. Önceleri zorlanmış. Çünkü “Normalde bir derste anlattıklarımı burada 2-3 ayda anlatabiliyorum.” diyor. Tüm zorluğuna rağmen Çağlayan Rehabilitasyon Merkezi’nde olduğu için oldukça memnun: “Cihan konuşamıyor, felçli. Bir yılda ancak iki rengi öğrenebildi. Bazen az boncuk uzun ip ya da tam tersini vererek farkındalık duygusunu vermeye çalışıyorum. İlk 3 aydan sonra ipi eliyle tutmaya başladı. O anı unutamam. O kadar mutlu oldum ki. Belki zor öğreniyor ama ilerleme kaydettiğinde çok mutlu oluyorum. Burada hayat bambaşka.” Takı tasarım sınıfında öğrenciler iri boncuktan küçük boncuğa doğru ilerliyor, bir işi devam ettirebilme sorumluluğunu kazanıyor, tahta kaşıklardan hayallerindeki kuklaları yapıyor, kendi materyalini bulmayı öğreniyor, el-göz koordinasyonunu anlıyor ve nesnelerin hacmini, hangi maddeden yapıldığını kavrıyor. Üstelik sıfırdan bir şey üretmenin de sevincini yaşıyorlar.
Yaşam Kaya, Attila İlhan Kültür Merkezi’nde öğrencilerine tiyatro dersi veriyor. Kendisi hem profesyonel tiyatro eleştirmeni hem de özel bir rehabilitasyon merkezinde öğretmen. İki alandaki birikimini ortak bir projede hayata geçiriyor şimdi. Zihinsel engelliler için düzenlenmiş mevcut müfredatların, eğitim sisteminin çok da doğru olmadığı kanaatinde. Kendi öğrencileriyle ‘oyunlar’ üzerinden anlaşıyor. Bunun yararını çok gördüğünü belirtiyor. “Zihinsel engelli çocuklar hayatta yapamaz.” denilen bir çalışmaya imza atmasının sebebini de buna bağlıyor. Okuma-yazma dahi öğrenememiş öğrencilerine, “Hacivat’la Karagöz” ve “Keşke Hayatım” isimli tiyatro oyunlarını öğretmiş. Sayfalarca metni oyunla öğrencilerine öğretmeyi başarmış. Bir sahne için saatlerce oyun oynamışlar. Çocuklar ne öğrendiklerini unutmuş ne de bir şeyler ezberlediklerinin farkına varmış.
Şimdi yeni bir oyun üzerine çalışıyorlar. Bu sefer de ne bir metin var ne de belli bir konsept. Konu yok. Hayat bir oyun… Lokantaya gitmek, sipariş vermek, yaşlı birine yardımcı olmak, birileriyle iletişime geçmek, dişleri fırçalamak, duş almak, otobüse binmek, alışveriş yapmak, arkadaşlarıyla dışarıda vakit geçirmek… Hepsi tiyatronun bir parçası. Önce oyunla öğreniyor, sonra sokağa çıkıp uygulamaya geçiyorlar. Herkes elindeki parasına göre sipariş verip yemeğini alıyor, İstiklal Caddesi’nde gezip vitrinlere bakıyor, bir cafe’de çay içip tekrar geri dönüyorlar. Aileler mevcut gelişmelerden çok memnun. Çünkü her geçen gün çocukları yaşadıkları dünyaya biraz daha dokunuyor, özgüvenleri artıyor, mutlulukları gözlerinden okunuyor.
Sahnede her şey doğaçlama… Minder ve sandalyelerin dışında hiçbir obje yok ortalıkta. Eğer otobüse nasıl binileceğini anlatan bir oyun oynanıyorsa, muhakkak öğrencilerden biri otobüs oluyor, yol oluyor, köprü oluyor. Böylece çevrelerinde gördükleri; ama anlam veremedikleri objelerin ne işe yaradığını kavrıyorlar. Bedenleriyle canlandırdıkları için de unutmuyorlar. Her haftanın ayrı bir etkinlik planı var. Mesela bir fasulyenin tabaklarımıza nasıl geldiğini canlandırarak öğreniyorlar. Böylece evrenin işleyişinin, doğanın, yaşam döngüsünün farkına varıyorlar. Çocuklar anne-babalarının ne iş yaptığını bilmiyor. Öğretmenleri bu bilgileri de oyunla öğretiyor. İki arkadaş anlaşamıyorsa oyunda birbirini çok seven iki dost oluveriyorlar. Hafızalarını güçlendirmek için ‘yap-boz’ oynuyorlar. Herkese belli bir şekil veriyor öğretmenleri. Araya başka oyunlar giriyor ve sonra aynı şekle dönüşmelerini istiyor. Gerçek bir oyun için henüz hazırlık aşamasında olduklarını belirtiyor Yaşam Kaya: “Önce çocukların yaşadıkları dünyayı, kendilerini, vücutlarını tanımaları lazım. Bunun için uğraşıyoruz. Zihinsel engelli çocuklarda ‘son’u görmek zordur.”
ENGELLERİNİN YARISI AİLELERİNDEN KAYNAKLANIYOR
“Buradan çıkınca yaşadığım dünya bana daha değerli gelmeye başladı. Kısa zamanda çok şey öğrendim bu gençlerden.” diyen resim öğretmeni Engin Beyaz bir yıldır Çağlayan Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nde. Derslere nokta ve anlamlı anlamsız çizgilerle başlıyorlar. Renkleri, şekilleri öğreniyorlar ardından. Her çocuk için ayrı bir eğitim planı yapıyor Engin Hoca. Canı resim yapmak istemeyen öğrencilere sırf el kasları gelişsin diye daha önce yapılmış karalama resimleri kestiriyor ya da ince ince katlamalarını istiyor. Öğrencileriyle Taksim’deki 3 kilometrelik bir alana resim yapmayı planlıyor. Ona göre bu aktiviteyle öğrenciler resimle, kendileriyle, aileleriyle biraz daha barışacak. Toplum ise zihinsel engellilerin de öğrenebildiğini anlayacak. Engin Hoca önemli bir noktaya dikkat çekiyor: “Öğrencilerim yüzde 50 engelliyse, bu engelin yüzde 25’i ailelerden kaynaklanıyor. Bu gerçek beni çok üzdü. Onlarla çok farklı şeyler yapılabilirdi bu yaşa kadar.”
Engin Beyaz, ailenin önemine dikkat çekiyor. Zihinsel engellileri hayata bağlamak için rehabilitasyon merkezlerinde alınan sınırlı eğitim yeterli değil çünkü. Aynı eğitimin evde de sürmesi lazım. Ancak günlük meşgale içinde anne babanın çocuklarına vakit ayırması o kadar da kolay değil. Hele yaşlanınca bu daha da zor. Kerime Dede bundan yakınıyor mesela. Kızı Yasemin (24) doğumda oksijensiz kalınca beyninde hasar meydana gelir. Henüz 8 aylıkken havaleler başlar. Doktorlar epilepsi teşhisi koyar. O gün bu gündür nöbet geçiriyor Yasemin. Zekâsının sadece yüzde 20’sini kullanabiliyor. 8 yıl Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir zihinsel özürlüler okuluna gitmiş. Eğitimine 2 yıl ara verdikten sonra Çağlayan’daki merkezde tekrar başlamış. Kerime Hanım’ın beşinci çocuğu o: “Dört çocuğa bedel. Yaşım ilerliyor, zorlanıyorum. Namazlardan sonra dua ediyorum, Allah kızımı sahipsiz bırakmasın diye.” Gülcan (26) ile Sinan (22) Makbule Hanım’ın zihinsel özürlü iki çocuğu. Çocuklarıyla meşgul olurken sinir hastası olmuş. Çağlayan’daki merkezin kendisini rehabilite ettiği kanaatinde: “Aslında buraya kendim için de geliyorum. Sinir hastasıydım, tedavi görüyordum. İlaç değil de buradaki dayanışma beni iyileştirdi.” diyor. Merkezdeki eğitim çocuklarına da yaramış. Kızı günde 7 kez nöbet geçirirken şimdi haftada bir geçiriyor.
NORMAL BİR ÇOCUK NASIL BÜYÜTÜLÜR BİLEMEDİM Kİ…
Kerime, Halise ve Aysel Hanım 15 yıllık kader arkadaşı. Çocuklarını aynı rehabilitasyon merkezine, okula götürmüşler. Çocuklarının sıkıntılarını paylaştıkça onların da dostlukları artmış. Haftanın 3-4 günü Çağlayan’daki merkezde birlikteler.
“Çocuklarımıza bir şey olursa yaşayamayız.” diyorlar. Halise Hanım’ın ilk oğlu Berkant (20) engelli olunca, tekrar bebek dünyaya getirmeyi düşünmemiş. “Normal bir çocuk nasıl büyür bilemediğim için Berkant’la ilgilenmek bana zor gelmiyor.” Halise Hanım’a göre gerçek anne her durumda çocuğuna sahip çıkandır.
Çağlayan Zihinsel Engelliler Rehabilitasyon Merkezi Müdürü Zübeyde Vural, çocuğuyla ilgilenen ailelerin azlığından yakınıyor. “Tüm yük annelerin omuzlarında. Sanki bu çocukların hiç babası yok. Defolu mal ürettik diye düşünüyor, özürlü çocuklarını yok farz ederek hayatlarına devam ediyorlar.” diyor. Onu teyit eden bir anne Nuriye Yazıcı. Hayatını oğlu Murat (18) için feda etmiş. Murat, henüz 8 aylıkken havale geçirmiş. Şu anda zekâsının ancak yüzde 40’ını kullanabiliyor. Nuriye Hanım 1,5 yıl önce eşinden boşanmış. Baba tek yavrusunun özrünü kabullenememiş. Hâl böyle olunca ne yuvalarına bakmış ne de eşinin sıkıntılarına merhem olmuş. Nuriye Hanım evlere temizliğe giderek özürlü çocuğuna ve yaşlı annesine bakıyor. Merkezin kendisine de oğluna da iyi geldiğini, aylar sonra ilk kez Murat’ın gözlerinin içinin güldüğünü anlatıyor. Anne Yazıcı’nın en büyük hayali, 5 yıl ilkokula gitmesine karşın okuma-yazma öğrenemeyen oğlunun bir iş tutacak hâle gelmesi…
2002’de Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı tarafından yapılan araştırmaya göre, Türkiye’de 8 milyon 431 bin 937 engelli var. Bu nüfusun yüzde 1,54’ünü de zihinsel engelliler oluşturuyor. 25-30 yaşındaki gençler tıpkı anaokulu öğrencileri düzeyinde hayatlarını sürdürüyor. Zekâ geriliği hafif, orta, ağır ve ileri şeklinde derecelendiriliyor. Genelde yavaş öğreniyorlar, dikkat süreleri çok kısa oluyor, konuşmayı ileri yaşlarda öğrenseler de düzgün konuşamıyor ve motivasyon sorunu yaşıyorlar. Eğer zekâ geriliği hafif-orta arasındaysa aileler fark edemeyebiliyor bazen. Mesela, okuma-yazmayı bir türlü öğrenemiyor çocuk. En az 4-5 yıl bu konuyla alakalı eğitim alması gerekiyor. Ağır ve ileri derecedeki çocukların ise doğdukları andan itibaren gelişimlerinde farklılıklar gözlemleniyor. Çoğunlukla yaşıtlarının verdiği tepkileri vermiyor, zamanında yürümüyor, ses, ışık ve hareketleri algılamıyorlar.
HER CANLININ YAŞAMA HAKKI VAR
Türkiye’de zihinsel engellilerin yaş ortalaması 34. Hâliyle bu genç nüfusu eğitip hayata kazandırmak için Avrupa ülkelerine göre daha çok şansımız var. Fakat mevcut imkânların da sınırlı olduğu bir gerçek. Çağlayan Zihinsel Engeliler Rehabilitasyon Merkezi gibi pek çok kuruma ihtiyaç var. Burada eğitim alan 100’e yakın öğrencinin yaşları 18 ile 30 arasında. Yüzde 80’inin ailesi ise sorunlu. Birkaç öğrenci hariç hepsinin maddi imkânı kötü. Devlet 18’ine kadar zihinsel engellilere bakabiliyor. Ailesi sahip çıkanlar kurtuluyor, diğerleri sokaklarda ölüme terk ediliyor. Merkez, 18’inden sonra da öğrencileri alarak bu açığı kapatmaya çalışıyor.
“Anne-baba sorumluluklarını dengeleyebilmeli, birbirinin yükünü alabilmeli” diyor Çocuk ve Ergen Psikoloğu Belkıs Ertürk. Bazı çocukların doğuştan bazılarının da sonradan zihinsel engelli olabildiğini, ailenin öğrendikten sonra ciddi bir yas dönemi geçirdiğini, psikolojilerinin bozulduğunu hatırlatıyor. Ertürk’e göre mevcut durumu kabullenmek sorunların yarı yarıya çözülmesi demek. Bu yüzden evlilikler yıkılmamalı. Zihinsel engelli çocuklarla ilgilenen Psikolog Nesrin Gündoğdu, ailelerin hep ‘harika çocuk’ hayali kurduğuna, engelli bir bebek dünyaya gelince de sorunların başladığına dikkat çekiyor. Zira engelli daha çok bakım ve ilgi istiyor. Sağlık ve davranış sorunları zamanla çıkıyor. Başkalarına açıklama yapmak zor geliyor. Çocuk diğerleri gibi normal gelişim sürecini yaşayamıyor. Aile çevreden baskı, dışlanma görüyor ve yavrusunun geleceğiyle alakalı sürekli kaygı taşıyor.
Şüphesiz her anne baba sağlıklı bir çocuk sahibi olmak ister. Ancak kimi aileler bunun aksiyle imtihan oluyor. Uzmanlar doğum şekli, annenin geçirdiği hastalıklar ve genetik faktörler üzerinde duruyor. Genelde bebeklerin zihinsel engelli dünyaya gelmesinin ardından tek gen hastalıkları, bir kromozomun fazlalığından kaynaklanan down sendromu ve riskli gebelikler çıkıyor. Amerikan Hastanesi Genetik Hastalıklar Tanı Merkezi Sorumlusu Tıbbi Biyoloji ve Genetik Uzmanı Dr. Nesrin Erçelen 11-14’üncü haftalarda ikili tarama testi ve 16-18’inci haftalarında gebelik kesesindeki sıvının bir kısmı alınarak yapılan testle (amniyosentez) bebeklerin engelli olup olmadığının büyük oranda bilindiğini söylüyor. Eşlerden birinin ailesinde engelli biri varsa ya da genetik birtakım rahatsızlıklar mevcutsa hiç anne ve bebek riske atılmıyor. Tüp bebek yöntemi kullanılıyor. Döllenme dışarıda yapılıyor. İyi embriyolar seçilip annenin rahmine yerleştiriliyor. Böylece engelli bebek riski ortadan kalkıyor. Tarama testleri sonucunda özürlü bebek dünyaya getireceği söylenen annelere iki seçenek sunuluyor: Kürtaj ya da dünyaya getirmek… Dr. Erçelen, son kararın her zaman çiftlere ait olduğunu, herkesin eğitim, kültür ve inancına göre karar verdiğini belirtiyor.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Yıldız Tanrıseven ise en iyi testlerin bile yüzde 80 doğruluk payı olduğunu, testlerden yola çıkarak bebeklerin aldırılmaması gerektiğini düşünüyor. Anne adaylarının test sonuçları sebebiyle aylarca kâbus yaşamasına da itiraz ediyor: “Eğer test sonucundan yola çıkarak bebeğini aldıracaksan kürtaj ol. Kürtaj istemiyorsan test sonuçlarıyla hayatını zindan etme.” Doktorların sakatları söyleyip, sağlıklıların kalmasını sağlayacak ‘süzgeç’ vazifesi görmesinden de oldukça rahatsız Dr. Yıldız. Ona göre insanlar sadece özürlü doğmaz, sonra da sakatlanabilir, zekâsını kaybedebilir. Her canlının ne şart altında olursa olsun yaşama hakkı var ve bunu kimse elinden alamaz, almamalı.
İSLAM’DA ENGELLİ BAKIMI VE EBEVEYNİN VAZİFESİ
Doç. Dr. Saim Öğüt, Gazi Üniversitesi’ne bağlı Çorum İlahiyat Fakültesi’nde İslam hukuku dersleri veriyor. Öğüt’ün konuyla ilgili görüşleri şöyle: “İslam dini genel anlamda kürtaja izin vermiyor. Zihinsel engelli bir ceninin kürtajla alınması caiz (uygun) değil. Çünkü engelli denildiği hâlde sağlıklı doğan, ya da ‘ileride iyileşmez’ denildiği hâlde iyileşen çok kişi mevcut. Bir dine mensup olmak sadece şeklî ritüelleri yerine getirmek değildir. Dindarlık demek, zihnî, kalbî bir duruş ve duyuş gerektirir. Bizi aşan durumlarda Allah’a dayanmayı ve O’na güvenip sığınmayı bilmeliyiz. Hikmetini anlamakta zorlandığımız durumları inkâr etmek yerine; ikrar ve itaat edip gücümüz yettiğince “hakîm” sıfatıyla Allah’ın hikmetlerini kavramaya çalışmalıyız. Dünya hayatı baştan sona imtihandır. Engellinin ve ailesinin imtihanı da bu çeşitten takdir buyrulmuştur. Engelli evlatlarımız ve kardeşlerimizin insanlık ailesinin merhamet ve şefkat damarları olduğuna inanıyorum. Zihinsel engelli bir çocuğa sahip ebeveyne düşen vazife ise sabretmektir. Yaşlı, hasta, fakir, garip kimselere karşı görevlerimiz ne ise, engelli evlatlarımıza ve kardeşlerimize karşı görevlerimiz de odur. Dinimizde imkân da mahrumiyet de imtihan vesilesidir. Maddi-manevi bütün konularda imkânı olanlarla olmayanlar aynı dünyayı paylaşıyor ve her ikisi de sahip olduklarından ve olamadıklarından imtihan oluyorlar. İmkânı olanlardan beklenen şükür, mahrumiyet içindekilerden de sabırdır. Sabır ve şükrün mahiyetine, hakikatine eğilmeliyiz. Bu sayede sadece özürlülerle özürsüzler arasında değil, bütün acizlerle güçlüler arasındaki dengeyi kolaylıkla kurabiliriz.”
ÖZÜRLÜ ÇOCUKLAR ÜZERİNDEN DEVLET SOYULMUŞ!
Ülkemizdeki engelli çocuklar herhangi bir özel eğitim merkezinden hizmet alabiliyor, devlet öğrenci başına rehabilitasyon merkezine 406 YTL ödüyordu. Bu hizmetten sosyal güvenceli herkes yararlanıyordu. 2005′ten sonra özel eğitime muhtaç bütün çocukların destek hizmet giderleri devlet tarafından karşılanmaya başladı. Zorunlu eğitim yaşı da üçe indirildi. Ayrıca evde bakım ve eğitim yönetmeliğiyle maddî imkânları sınırlı ailelere ‘bakım ücreti’ adı altında maaş verilmeye başlandı. Ancak devletin sağladığı imkânları istismar eden çevreler 2006 Haziran’ından itibaren büyük yolsuzluklara bulaştı. Hâl böyle olunca; Türkiye’de hizmet veren bin 700 rehabilitasyon merkezi Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) ile Maliye Bakanlığı müfettişleri tarafından yaklaşık 6 ay süren önemli bir inceleme geçirdi. Araştırma sonuçlarına göre özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri devleti 200 milyon YTL dolandırmış. Bu düzenekte; ya olmayan öğrenci varmış gibi gösteriliyor ya da engelli bir çocuk değişik illerdeki kurslara aynı anda kaydettiriliyor. Yolsuzluk yapılarak kazanılan paralar artık kurumlardan devlet eliyle geri isteniyor. Şimdilik yapılan tahsilat 60 milyon YTL.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.