->
Psikanalizin iki babasını bir dram üçgenine sokarak filmle ilgili seçimi de bize bırakmış: Jung ve Freud arasındaki o gerilim tarihiyle mi ilgilenirsiniz yoksa Fransız usulü üçlü aşk ilişkisini mi alırsınız? David Cronenberg’i Viyana’da yakaladığımızda bugünden konuştuk, eski defterleri açmadık, istemedi…
FİLMİN FRAGMANI İÇİN TIKLAYINIZ
Son filminiz ‘Tehlikeli İlişki’ ya da Roman Polanski’nin ‘Carnage’ı gibi birçok yeni film, tiyatro oyunundan uyarlanmakta.
MÜGE TURAN / Radikal
Kanadalı yönetmen David Cronenberg bugüne kadar ne yapmadı ki: Sinekle insanı tek vücutta birleştirdi, video kasetlerden oyunlara tünel kazarak sanal gerçeklikle gerçekliğimizi çarpıştırdı, uzuvları deforme etti, William S. Burroughs’un daktilosunu kullandı, bilinçdışını didikledi hep, felsefi açmazlara çıktı illa ki… Son filmi ‘Tehlikeli İlişki’ ile baştan beri yazadurduğu şiddetin tarihçesini bu kez bilirkişisine sormuş, bir de onların ağzından vermiş sanki. Tarihteki ilk filmler tek bir kamerayla alınmış tiyatro oyunlarıydı. Bugünlerde tiyatroyla sinema arasındaki trafik daha mı arttı?
Aslında bu ilişki hep vardı, sinemanın ta ilk gününden beri
Buradaki ‘The Talking Cure’ oyununda ise tersi söz konusu: Oyun senaryo metninden doğmuş. Bu hikâyeyi duymuş muydunuz, bilmiyorum ama 17 yıl önce Julia Roberts’ın şirketi Christopher Hampton’a ‘A Most Dangerous Method’ isimli kitabın haklarıyla gider ve ondan bir senaryo yazmasını ister, hatta adı da ‘Sabina’dır. Derken film işi yatar ve metin tiyatro oyununa çevrilir. ‘Tehlikeli İlişki’nin tiyatro kökenlerinden bahsederken yanlış diyorlar, orijini sinemadır.
Sigmund Freud rolü için önce Christoph Waltz’u istiyordunuz. Sonradan onun zamanı uymadı, iptal etti ve siz de Viggo Mortensen’e gittiniz.
Bugüne kadar yaptığım her film için söyleyebilirim: Bir oyuncuyu istersiniz, bazen olur bazen olmaz. Mühim olan bu durumdan pozitif bir şey çıkarabilmek. Bana sorarsanız, sonuçta iyi oldu. Bu arada aslında önce Viggo’ya teklif etmiştim. Ama o kendini Freud karakterinde görmediğini, tam olarak hissetmediğini söyledi. Bunun üzerine Christoph’a gittim, o olmayınca yine Viggo’ya döndüm. “Çekime çok az kaldı, yardıma ihtiyacım var, Christoph’u kaybettim” dedim. Zaten tüm o süreci biliyordu ve kabul etti. İyi oldu! Sonuçta ilk tercihimdi.
Christoph Waltz’un Freud’u oynaması kimseyi şaşırtmazdı. Viggo ise akıl karıştırıcı bir seçim. Ama bence onun sayesinde Freud’a başka bir gözle bakabildik. Freud 50 yaşındayken yakışıklı, çekici, maskülen ve karizmatik bir erkek olarak tasvir ediliyor. Güçlü bir adam! Bence Viggo bunu taşıyor ve ekrandan geçiriyor. Zihnimizdeki Freud beyaz sakallı bir dede, katı bir insan! Aslında okuduğunuzda çok komik bir adam! Acayip mizah gücü var ve bunu düşmanlarına karşı kullanmayı da iyi biliyor.
Filmde Emma Jung’u oynayan Sarah Gadon’ı bir sonraki filminiz ‘Cosmopolis’te de izleyeceğiz, yine ana karakterin karısı rolünde. Belirli oyuncular için bazı rol kalıpları biçiyorsunuz sanki…
İki film birbirinden o kadar ayrı ki! Evet, ‘Cosmopolis’te de karakterin karısını oynuyor, ancak çok alakasız, farklı bir kadın! Bir aktörün kaç kez bir kocayı canlandırdığını görmüşüzdür mesela… Ben öyle bakmıyorum. Viggo hem Freud hem Rus bir mafya olabiliyor. ‘Cosmopolis’, Kanada-Fransa ortak yapımı. Kanadalı ve Fransız oyuncu koymamızı istediler. Bu da ayrı bir konu: oyuncunun pasaportu yani… Siz bunu görmüyorsunuz, mesela ‘Tehlikeli İlişki’de bir tane bile Amerikalı oyuncu yok! Viggo’nun Danimarka pasaportu var. İstediğin Amerikalı oyuncuları silmek zorunda kalabiliyorsun. Bağımsız ve ortak bir yapımın içinde bu tip meselelerle uğraşmak zorundasın. Sonra oyuncularla ilişkin de belirleyici. Sevdiğin adamları istiyorsun.
Kız kardeşiniz Denise Cronenberg sadece bu filmin değil baştan beri sizin kostüm tasarımcınız…
Eğer kafamda bir film yapmak istiyorsam, hiç kesinleşmemiş de olsa, önce ekibime sorarım. Elimdeki kitap ya da senaryoyu montajcım, inanır mısınız bilmiyorum ama 35 yıldır birlikte çalıştığım Ronald Sanders’a, kız kardeşime, görüntü yönetmeni Peter Suschitzky’ye, Howard Shore’a, prodüksiyon tasarımcısı James McAteer’a gönderirim. Konuşur, onlardan aldığım tepkilere göre hareket ederim. Birbirimizi biliriz, yeteneklerimizi tanırız. Film yapmak kolay değil, güvenebileceğin insanlara ihtiyacın var.
‘Tehlikeli İlişki’nin en büyük konularından biri, kültürün belirlediği monogami ile cinsel dürtülerin çatışması. Film dışında kişisel olarak düşünceniz nedir?
Ben 60’larda yetiştim. Otto Gross da 60’ların Amerikası’ndan bir figür, filmde de soruyor: Monogami, dolayısıyla ataerkil düzen neden daha iyi olsun? Veyahut neden anaerkil bir toplum olmasın? İnsan tarihine baktığımızda birçok toplum poligamiyi tercih etmiş. Neden monogami bir standart olarak kabul edilmeli? Başka deyişle, Otto sorgulanamayan her şeyi sorgulamış. Freud da aynı şeyi yaptı. Merkezi Avrupa’da, 40 yıllık barışın sonrasında gayet istikrarlı bir dönemde, 700 yıldır devam eden Avusturya-Macaristan hükümdarlığında insanlar harika, güzel bir Avrupa medeniyetinin geliştiğini düşünüyorlardı. Herkes yerini biliyordu, refah var, her şey kontrol altında, akıl her şeyin kontrolünde vs… Sonra Freud çıkıp bu çok kırılgan bir şey, kolayca yok olabilir, dedi. Yüzeyin altında, bilincin altında barbar, ilkel eğilimlerimiz medeniyet dediğimiz kurmacayı yok edebilir. Bu tip dürtüleri tanımamız ve araştırmamız gerek.
Birinci Dünya Savaşı da Freud’un haklı olduğunu kanıtladı. Bugün bize doğal geliyor, kaç savaş yaşanmış, biliyoruz, insan barbar ve acımasız bir yaratık. Ama o zamanlar, idealist bir Avrupalı için bu kabul edilemez bir durum. Ona göre: “Biz insanoğlu olarak evrildik, daha üstün bir boyuta geldik, barışçıl ve kültürlüyüz.” Dolayısıyla ilk dünya savaşının o insanlar için ne muazzam bir felaket olduğunu bugün tahayyül etmemiz zor. Avrupalı ülkeler kendi ilkelliklerinde işledikleri suçlarla kabilelere dönüştüler. Gross da, Freud da kendi yöntemleriyle bunu eleştirdi.
Filmlerinizde hep seks ve şiddet izledik. Ama ‘Tehlikeli İlişki’, sanki bunların en kültürle marine edilmiş, terbiyelenmiş hali. Bu sizin özellikle tercih ettiğiniz bir şey miydi?
Ben her tür öyküyü takip ederim. Takdir edersiniz ki sinemacı olarak eleştirmenden farklı bir yaklaşımım var. Bazen bu ikisi karıştırılıyor. Siz filmime baktığınızda öteki filmlerle bağlantı kuruyor, ortak temalar çıkarıyorsunuz. Ben ise yeni bir film yaparken eskileriyle hiç ilgilenmem. Bu projede Christopher Hampton’ın oyunundan etkilendim. Sonra film neye ihtiyacı olduğunu sana söyler, sen de onu dinlemeye çalışırsın. Yoksa elimde şöyle bir liste yok: ‘Body horror’ var mı? Kan kullandık mı? Yaratıcı olarak bana bir şey katmaz bu çünkü. ‘Cosmopolis’te ise Don DeLillo’nun romanını çok sevdim, Portekizli yapımcı Paulo Branco teklif ettiğinde sürpriz oldu, sevindim ama bu diğer filmlerimle nasıl bir bağ kurar diye düşünmedim.
Ama eğer bana bu soruları bir analist olarak sorarsanız o zaman geri çekilip konuşabilirim. “Freud insan bedeninin gerçekliği konusunda diretti. İnsan bedeninin inkâr edildiği bir zamanda, kat kat giysilerin giyildiği bir dönemde vajinalar, penisler, ensestler, çocuk cinselliği hakkında konuştu: İnsan ve medeniyetle ilgili soyut fikirlerimiz varken bu kadar fiziksel bir gerçeği yok sayamayız, dedi. Bu fikirleri hastalarından dinledi ve buldu. Bu durumda ‘Tehlikeli İlişki’de ‘bedenle ilgili korku’ yok belki ama ‘beden bilinci’ var, başka bir formda, Freud’un teorilerinde kendini gösteriyor” diyebiliriz. Ama hatırlatayım, bunu filmi yaparken hiç düşünmedim. Sık sık söylerim, genelde bir filmi neden o filmi yaptığını keşfetmen için yaparsın.
Filmde histeri hastası Sabina Spielrein bir şekilde kendini ataerkil düzenin zincirlerinden kurtarabildi. Oysa diğer kadın, Emma Jung bunu yapamadı. Ne düşünüyorsunuz, kafayı kırmak için kadınların histeriye mi ihtiyacı var?
Ama onu kurtaran asıl şeyin histeri değil, zekâsı olduğunu düşünüyorum. Jung’un analizine göre Sabina bozuk, doğru işlemiyor. İçinde bulunduğu ruh rahatsızlığından kurtulamasaydı meslek sahibi olamazdı, teorisyen de. O yüzden histeri onu kurtardı diyemeyiz, ama histeri şunu yaptı, kadınların baskıdan kaynaklanan arızalarını kabul etti. O zamanlar kadınlar heykel gibiydi. Eğer tanrıçaysanız insan olamazsınız, cinselliği, eğitimi veya zekâsı olan bir insan…
1. Dünya Savaşı’nı Jung başlattı!
Filmde Jung bitti mi yoksa o mu oldu kazanan?
O bambaşka bir şeyle mücadele etmiş. Jung’un Birinci Dünya Savaşı’nı başlattığını bile söyleyebiliriz. Hatta iki savaşı da… Tarafsızlığını ilan eden İsviçre’de her şeyden uzak kalabildi, savaşları sıyrıksız atlatabildi. Filmin sonunda her şeyini yitirmiş bir Jung görüyoruz. Hem hayatının aşkını, hem hayatının diğer aşkı olan Freud’u kaybediyor. Ardından üç yıl süren bir sinir buhranı, acizlik… Freud’un durduğu yerden gitgide uzaklaştı, onun korktuğu ne varsa onunla uğraştı: Mistisizm, ütopyacılık… Tabii öte taraftan bu üçgenin kırılmasıyla Sabina ile Freud da acı çektiler.
Knightley’den başkasını düşünmedim
Keira Knightley de beklenmedik bir seçim, değil mi?
Öyle düşünmüyorum. Ama İngiltere’de farklı algılandığını biliyorum. Fazla güzel, fazla başarılı buluyorlar, İngiltere’de her şeyde olduğu gibi bir sınıf meselesi de var sanki. Ama ben öyle bakmadım. Rol için ondan başkasını düşünmedim. Sabina karakterinin yaşının tutması, etkileyici, güzel, hem Yahudi, hem Rus kökenli olması gerekiyordu. Üstüne kendini fiziksel olarak etkileyici bir vücut diliyle ifade etmesi bekleniyordu. Çünkü filmdeki diğer karakterler birikimli, kültürleri yüksek, entelektüel insanlar. Hemen karmaşık bir dille cevap verebilecek bir kadın olması gerekiyordu. Keira bence doğal bir tercihti. Ama kabul, personasına göre farklı bir rol oldu!
Zaten casting işi kara büyü gibidir. Yönetmenliğin de en büyük kısmı aslında. Kimileri o kadar önem vermez, ama yanlış bir oyuncu seçimi o filmi daha çekmeden öldürmek demek olabilir. Elinde hiçbir kural, başvuru kitabı da yok. Örneğin, insanlar kimyadan bahsedip dururlar: İki oyuncunun arasında bir kimya var mı? Doğru, önemli, ancak nereden bilebilirsiniz? Ekranda diyelim Keira ile Michael Fassbender’in arasında kimya olacak mı, olmayacak mı? Onları daha önce bir filmde görmedim, birbirlerini tanımazlar, hiç karşılaşmamışlardır bile. Ben de onları ilk olarak sette bir arada göreceğim. Ee geriye ne kalıyor? Sezgiler, onları izlediğim filmler ve ikisiyle tek tek yaptığım görüşmeler… Tüm bunların sonunda aralarında bir şekilde erotik, dramatik ve entelektüel bir kimya olacağına inanmak zorundayım. Bir yönetmenin başarısında bu kilit bir şey. Tabii şansın da payı var! Bir oyuncuyu istersin, olmaz mesela.
Yönetmen : David Cronenberg
Senaryo Yazarı : Christopher Hampton
Tür : Dram , Gerilim
Gösterim Tarihi: 25 Kasım
Süre : 93 dk.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.