->
Herkes birbirine saygılıdır.
Evlilik her zaman iyi duygularla başlar. Adayların önlerinde nice güzel hayaller vardır. Daima karşı tarafın istek ve arzuları öncelenir.
Uğur İlyas CANPOLAT / Hürriyet
Eşler kendi isteklerini kabul ettirmeye ve karşı tarafın kişiliğini neden ezmeye çalışır? İşte cevabı
Onun mutlu olması ile kişi kendisi de mutlu olur. Romans önemlidir, paylaşımlar kaçınılmazdır… Ya sonra neler olur? İşte tüm bunları Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi’nden evlilik ve ilişki danışmanı uzman psikolog Çiğdem Demirsoy’a sorduk. Eşler neler yaşıyor, neler hissediyor, hangi konular çatışma alanına giriyor ve terapi odasında neler yaşanıyor tüm bunları konuştuk.
Toplum olarak evlilik algımız nedir?
Toplumdaki modernleşme yolundaki değişmelerle birlikte zaman içinde toplumumuzda yaygın olan aile modelinde de değişmeler olmaktadır. Bunun da insanların evlilik algısını etkilediğini görüyoruz. Türk toplumunda daha eski yıllarda geniş aile modeli daha yaygındı. Günümüzde çekirdek aile modeli daha tercih edilen bir yaşam biçimi oldu. Çekirdek aile anne-baba ve çocuklardan oluşan, eşlerin kendi ailesi ve akrabalarını dışta bırakan bir aile modelidir. Buna göre de evlilik kadın ve erkek arasındaki bir sözleşme, ikili bir ilişkidir. Toplumda yaygın aile ve evlilik algısı bu olmakla birlikte öte yandan bizim toplumumuzda akrabalık ilişkileri de önemlidir. Geniş aile yapısı da aynı evde yaşanmasa bile bir yandan varlığını sürdürüyor. Batı toplumlarında gençler evlenmeden önce ailelerinden ayrılarak, kendileriyle ilgili kararları tek başına aldıkları bireysel bir yaşam sürdürmeye başlıyorlar. Oysa bizim toplumumuzda çoğunlukla aileden ayrılma evlilikle başlıyor. Üstelik aileden ayrılma sadece fiziksel olarak gerçekleşiyor. Duygusal ayrılma, bireyselleşme çoğunlukla gerçekleşmiyor. Evlilik kararında ailelerinin de fikri alınıyor ya da bazen kararı tamamen aile veriyor. Hatta evlendikten sonra bile aileler çocuklarının hayatlarını ilgilendiren kararlarda rol oynuyorlar. Bu nedenle bizim toplumumuzda evlilik sadece kadın ve erkek arasında kurulan bir ilişki değildir. Her iki tarafın akrabalarını da kapsayan ilişkiler bütünü olarak çıkıyor karşımıza.
Evlilikteki roller açısından da konuyu değerlendirir misiniz?
Evlilikte üstlenilen roller açısından geleneksel evlilik algımızda, genel olarak Türk toplumunda hakim olan ataerkil yapıya paralel olarak kadının ev ile ilgili sorumlulukları üstlenmesi ve erkeğin de aileyi ilgilendiren kararlarda ön planda olup ev dışında etkinliğinin daha fazla olması beklenir. Kız çocuklar yetiştirilirken eve ve aileye bağlı davranışlar sergilemesi beklenir. Okul hayatı dışında, ev dışında zaman geçirmesi pek hoş karşılanmaz. Aktif değil edilgen olması, uyumluluk ve vericilik gibi özellikleri taşıması değerli görülür ve öncelikli olarak “anne” ve “eş” olmaya programlanır.
– Yuvayı dişi kur yapar anlayışı mı?
Evet… “Yuvayı dişi kuş yapar”, “erkeği vezir de eden, rezil de eden kadındır” gibi atasözlerimiz de geleneksel yapıda kadının evliliğin kurulması ve sürdürülmesinde birincil derece sorumlu olarak algılandığının bir göstergesidir. Ancak günümüzde kadının yaşamı ev ile sınırlı değildir. Aynı zamanda sosyal hayatın içinde de yer alıyor. Alınacak kararlarda aktif rol üstlenebiliyor. Bir işi ve mesleği olabiliyor, evin geçimi ile ilgili sorumluluğu eşiyle paylaşıyor.
– Bu erkeğinde sorumluluklarını daha fazla hissetmesine neden oluyor olmalı değil mi?
Tabii. Az evvel söylediğim yeni sorumluluklar nedeniyle bunları yapan kişi eşinden kendi üzerine düşen sorumlulukları paylaşması beklentisi oluyor. Günümüzde kadının ev dışında etkinliğinin artması sonucunda geleneksel ataerkil yapıya uymayan şekilde kadına ve erkeğe ait sorumlulukların eşit bir şekilde paylaşıldığı bir evlilik algısı öne çıkmaya başladı.
– Ataerkil yapı tamamen bırakılmış değil ama?!
Doğru. Geleneksel yapı da varlığını sürdürüyor, kız ve erkek çocuklar bu geleneksel yapı içinde yetiştirilirken kendi cinsiyet rol kalıplarına uygun davranışlar edinip beklentiler geliştiriyorlar. Toplumsal yaşamdaki değişimle birlikte evlilikte roller yerine getiriliyor. Bununla birlikte sorumlulukların paylaşımı konusunda kişilerin birbirinden çok farklı evlilik algılarına sahip olduğunu görüyoruz. İşte bu noktada yaşananlar ile beklentiler arasında çelişkiler ve buradan da çatışmalar ortaya çıkabiliyor.
– Farklılaşma biraz sancılı oluyor o halde?
Elbette… Üstelik sadece rol sorumlulukları konusunda değil, evlilikte ataerkil düzenden daha eşitlikçi düzene geçilmesi ile başta sözünü ettiğimiz akrabalık ilişkilerinin düzenlenmesinde de farklılaşmalar var. Geleneksel ataerkil yapıda kadın evlenince kendi ailesinden ayrılırdı. Eşinin soyadını alır ve erkeğin ailesine dahil olurdu. Kendi ailesiyle görüşmeleri ise eşine ve onun ailesinin kurallarına göre düzenlenirdi. Günümüzde kadın ve erkeğin çekirdek evliliğinde ise sınırların düzenlenmesi her iki tarafın da eşit hak ve sorumlulukları temeline dayandığı için akrabalarla da eşit ölçüde yakınlık beklentisi ortaya çıkıyor. Eşlerin bireysel evlilik algısında bu konuda farklılıklar olduğunda ise sizinde belirttiğiniz gibi sancılı olabiliyor, çatışmalar ortaya çıkabiliyor. Biz Psikiyatri/psikoloji profesyonellerine başvurularda bununla ilgili çatışmaların azımsanmayacak kadar çok olduğunu görüyoruz.
– Evlilik temelinin atılışında ne gibi yaygın hatalar yapılmaktadır size göre?
Evliliğe başlarken kişinin hem kendisini hem karşısındaki kişiyi iyi tanıması önemlidir. Evliliğin ne olduğunu iyice anlayıp gerçekçi beklentiler içinde olması gerekiyor. Sözünü ettiğimiz toplumsal evlilik algısının yanı sıra her bireyin kendi yapacağı evliliği ile ilgili olarak bireysel bir evlilik algısı vardır.
– Bu algıyı oluşturan unsurlar nelerdir?
Bu algıyı kişinin kendi özlemleri, idealleri oluşturur. Her birey kendi yapacağı evliliğinin yaşamının geri kalanını en rahat, en huzurlu ve mutlu geçireceği şekilde olmasını hayal eder. Bu hayali oluştururken toplumsal yapıdan içselleştirdiği beklentilerin yanı sıra içinde yetiştiği ailede ve çevresinde gördüğü diğer evliliklerdeki sorunlardan uzak, ideal bir resim oluşturur. Oluşturduğu bu resimde uyum içinde bir ilişki modeli çizerek kendisine ve eşine bir takım roller, davranışlar biçer.
– Peki başkalarında gördüğü evlilik modelleri geçerli midir? Her insan ayrı bir kişilik değil midir? Ayrıca şartlarda farklı!…
Haklısınız. Evliliğe başlarken oluşturulan hayale saplanıp kalmamak gerekir. Bence evlilikte yaşanan sorunların çoğu gerçek dışı düşünce ve beklentilerden kaynaklanıyor. Şunu unutmamak gerekir ki evleneceğimiz kişinin de bir hayali vardır ve iki kişinin algısı ne kadar benzer olsa da birebir aynı olmayacaktır. Ortaya çıkacak farklılıklardan kaynaklanan bir takım sıkıntıların yaşanması da doğaldır. Bu nedenle evliliğe başlarken sadece olumlu bir yaşam hayal etmemek, farklılıklardan doğabilecek zorluklara karşı da hazırlıklı ve donanımlı olmak gerekiyor. Bu önemsenmelidir!
-O halde evliliğe karar verme süreci doğru değerlendirilmeli, kişi hem kendini hem de karşısındakini anlayıp dinlemeli diyebilir miyiz?
Tabi ki, bu sıkıntıların en aza indirilmesi için evlilik kararını almadan önce kişinin kendisini iyi tanıması önemlidir. Evlilikten beklentilerinin neler olduğunu iyi bilmelidir. Ayrıca eşinin kişiliği ile evliliğe bakışının kendisinin algısına uygun olup olmadığını gerçekçi bir şekilde değerlendirmesi gerekir. Bu değerlendirme sürecini birbirini doğru bir şekilde tanımak için belli bir zamana yaymak, evlilik kararında acele etmemekte fayda var. Çünkü düşünülenler ile davranışlar her zaman aynı olmayabiliyor.
-Kişiler birbirini çok tanısa, düşünsel açıdan tamamen aynı idealleri ve beklentileri paylaşsa bile evlilik gerçekleştiğinde bunların yetmediğine sık şahit olmuyor musunuz klinik pratiğinizde?
Evlilik terapilerinde sık gördüğümüz bir durum bu. Birbirini tanıma döneminde çiftin arasında yapılan konuşmalar ve yaşananlar ilişkilerinin ve kuracakları evliliğin sınırları ile ilgili olarak ortak algıya sahip oldukları izlenimi verse bile birlikte ortak bir yaşam sürdürmeye başlayınca durum farklı olabiliyor. Özellikle birbirini seven çiftler duyguların etkisi ile karşısındaki kişiyi olumlu görme eğiliminde oluyor. İlişkinin başlarında duygular yoğunken insan aşık olduğu kişiyi hayalindeki eş ile aynı değerlendiriyor. Ancak bu değerlendirmenin her zaman doğru ve gerçekçi olmadığını ben çok yakından görenlerdenim mesleğim gereği.
– Derin hayal kırıklıklarının yakın tanığısınız yani…
Evet. Eğer evlilik kararı duyguların etkisi ile birbirini yeterince tanımadan acele bir şekilde verilirse hatalı seçim yapma olasılığı vardır. Öte yandan ne kadar birbirini tanıyıp uygun seçim yapılmış olsa bile evliliğin başlangıç döneminde bazı sorunlar yaşanması da muhtemeldir. Evlilik; ne kadar birbirine benzer bile olsa farklı iki insanın ortaklaşa bir yaşam sürdürmesidir ve bu iki insanın her konuda aynı düşünmesi ve aynı anda aynı duygu, istek ve ihtiyaçta olması mümkün değildir. Çoğunlukla yapılan hatalar; bu farklılıklardan ortaya çıkan doğal sayılabilecek problemler karşısında hayal kırıklığına kapılmak ve duygusal olarak geri çekilmek ya da probleme yanlış çözüm yöntemleriyle yaklaşarak sorunun büyümesine yol açmak oluyor. Evliliğin başarılı bir şekilde temellendirilmesi ancak çiftlerin farklı evlilik algılarından ortak bir evlilik algısı çıkarabilmeleriyle mümkündür ve bu hemen, kendiliğinden olmaz, belli bir uyumun sağlanması çaba gerektirir ve zaman alır.
– Evlilik yaşamı bir bütün mü olmalıdır yoksa eşlerin kendilerine özel alanları da gerekir mi?
Evlilikte eşlerin ortak ilgi ve değerlere sahip olmaları önemli bir unsur. Farklılıklar çok fazla olduğunda ortak karar almak güçleşir. Bundan da önemlisi eşler arasında duygusal paylaşım azalır. Evlilik sadece “karı-koca”, “anne-baba” olmanın gereklerinin yerine getirildiği, eşlerin birbirinden ayrı faaliyetlerde zaman geçirdiği tatsız bir yaşama döner. Bu nedenle eşler, birlikte keyif alarak zaman geçirebilecekleri ortak ilgi ve aktiviteler ve ortak bir arkadaş çevresi oluşturmalıdır.
-Bireysel alan kalır mı o zaman? Bu da bir sorun değil midir?
Hemen belirteyim ortak aktiviteler, ortak keyifler önemli ama öte yandan “biz” olmaya çalışırken “ben” olmayı da unutmamak gerekir. Birlikte keyif alarak zaman geçirebilmek, ortak bir yaşamı sürdürebilmek önemli… Ama bu evlilikte her şeyin hep birlikte yapılacağı anlamına gelmez. Zaten böyle olması sağlıklı da olmaz. Çünkü ortaklaşa yaşam sürdürürken iki farklı insanın orta noktayı yakalabilmek için aslında kendi duygu ve düşüncelerinden bir miktar uzaklaşmasının gerektiği durumlarla karşılaşılır. Sürekli birlikte olmaya, her konuda aynı düşünmeye ve hissetmeye kendini zorlamamalıdır… Bu durum eşlerin giderek kendi benliklerinden uzaklaşmasına ve bağımlılık duygusunun gelişmesine yol açar. Kişisel gelişim engellenir. Üstelik her şeyi birlikte yaşadıkları için artık birbirlerine katacak bir şeyleri de kalmaz. Bu nedenle eşlerin kendilerine ait özel alanları da olmalıdır. Bu hem kişinin kendi bireyselliğinin, ruh sağlığının devamı için hem de evlilik yaşamının mutlu, sağlıklı olması için gereklidir.
– Nelerdir o alanlar?
Eşlerin birlikte yapmaktan keyif aldıkları ve ortaklaşa yapmaları gereken şeyler dışında kalanlar diyebiliriz. Farklı oldukları noktalarda birbirlerini aynı olmaya zorlamak yerine birbirlerine özgürlük alanı bırakmak evliliği gereksiz çatışmalardan uzak tutar ve bireysel mutluluğa ve gelişimlerine de fırsat sağlar.
– Evliliğin iyi olması sosyal alanların ve arkadaş gruplarının da aynı olmasını gerektirir mi?
Yukarda söylenenlerden de anlaşıldığı gibi; bütünüyle aynı olması gerekmez ama tümüyle ayrı da olmamalıdır. Kişilerin içinde yer almak istedikleri sosyal grup ve yapmaktan hoşlandıkları sosyal etkinlikler kişilik özelliklerine göre değişir. Evlilik öncesinde bireysel yaşamlarında iki tarafın da kendi kişilik özelliklerine uygun olarak alışık oldukları bir takım faaliyetlerin yanı sıra seçtikleri, birlikte zaman geçirmekten hoşlandıkları arkadaşlarından ya da iş vb. nedenlerle görüşmek zorunda oldukları kişilerden oluşan sosyal çevresi vardır. Eşler ne kadar birbirine uyumlu ve benzer olsalar da birbirlerinin hoşlandığı şeylerden aynı oranda zevk almaları, ya da birbilerinin arkadaşlarıyla aynı ölçüde zaman geçirmek istemeleri beklenemez. Evlilik öncesi insan kendi bireysel tercihlerine göre yaşarken evlilikle birlikte ortak bir yaşama geçilir ve tabi ki eşi diğer tüm arkadaşlarından önde yer alır, bundan sonraki tercihlerini eşini de dikkate alarak yapması gereği doğar. Ama kişilerin evlilik öncesi yaşamından, aktivite ve arkadaşlardan da kopmaması gerekir, bunu yapmak geçmişini, kişiliğini tümüyle silmek demek olur.
– Yapılması gereken nedir?
Eşlerin birbirinin tercihlerine saygı duyup arkadaş çevresine uyum göstermesi gerekir. Ortak alanlar yaratmak için çaba göstermeleri evliliği sağlıklı kılar. Birbirini hoşlanmadığı kişilerle zaman geçirmeye ya da yapmaktan hoşlanmadığı aktivitelere zorunlu kılmak gerginlik yaratır. Bunun yerine ortak geçirilen zamanlar için tercihini eşini de dikkate alarak yapmak zaman içinde her iki tarafın da arkadaşlarını kapsayan ortak bir aile çevresini oluşturur. Bunun dışında kalan kişilerle ise eşler birbirinden bağımsız olarak görüşmelerini sürdürebilirler. Ancak bazı evliliklerde ortak çevre dışındaki kişilerle görüşmelerin eşler arasında çatışma konusu olabildiğini görüyoruz. Her konuda aynı olma çabasında olan, farklılıkları ilişkilerinde tolere edemeyen çiftlerin birbirinin hoşlanmadıkları arkadaşlarını evliliklerine tehdit olarak algıladıklarını ve eşinin kendisinden ayrı olarak da görüşmesini engellemeye çalıştığını, baskı ve kısıtlamalar sonucunda çatışmaların yaşandığını görebiliyoruz.
– Farklı kişilik yapılarından iyi evlilikler çıkabilir mi?
Evlilikte çatışmaların hep farklılıklardan çıktığı zannedilir ama aslında bu doğru değildir. Farklılıklar aslında evliliğe zenginlik katar ve olumlu bir unsur da olabilir. Yeter ki kişiler farklılıkları tolere edebilecek olgunluğa sahip olsunlar. Kaldı ki ikili ilişkilerde zıt özellikteki kişilerin birbirini daha çok tercih ettikleri de bir gerçek. Çünkü zıtlıklar birbirini bütünler. Örneğin içe dönük bir kişiliğin sosyal alandaki eksikliklerini bir dışa dönük tamamlar. Teorik düşünen bir kişinin uygulamadaki eksikliğini pratikliği bünyesinde bulunduran kişi dengeler…. Bu örnekler daha da arttırılabilir. Bir insanın bünyesinde insan yaşamında gerekli olan tüm özellikleri barındırması mümkün değildir, farklı kişiliklerin farklı özellikleri ve güçlü-zayıf yanları vardır. Bu nedenledir ki iş dünyasında şirketlerde yapılacak işten iyi sonuç alabilmek için ekip oluşturulurken o işin gereğine göre farklı özelliklere sahip kişilerin ekipte yer almasına dikkat edilir. Evlilikte de eşler ortak bir yaşamı sürdürme amacı taşıyan ikili bir ekip olmalıdır. Farklılıkları çatışmaya dönüştürmemek ve yaşamlarını daha güzel kılmak için katma değer olarak koruyabilmek.
– Bu nasıl sağlanıyor? Yani çatışmalar nasıl önleniyor?
Hayatta “iyi-kötü”, “güzel-çirkin”, “doğru-yanlış” gibi kavramlar kişiden kişiye ve duruma göre değişir, mutlak kesinlik yoktur. Kendi doğrularına sıkı sıkıya bağlı kalan, kendi düşünceleri dışında kalanları yanlış, eksik, değersiz gören kişilerin başkalarıyla çatışmaya düşmesi ve yaşamında mutsuz olması kaçınılmazdır. Mutsuz olur çünkü kendini kendi düşünce kalıplarının içine hapsetmiştir. Gerektiğinde problemlerini çözebilecek şekilde esneyemez ve kalıplaşmış bir kişilik sergiler. Kendi bakış açısına saplanan bir kişi karşısındaki kişiyle empati kuramaz ve iletişim engellenir. Çatışmaların yaşanmaması için kişinin kendini bilmesi, gerektiğinde kişilik sınırlarını koruyabilecek şekilde esneyebilmesi ve karşısındakini kendinden farklı bir insan olarak görüp onu anlayabilmesi ve uyumlu bir ilişkiyi sürdürebilecek iletişimi sağlayabilmesi gerekir. Her iki taraf da bunu yapabildiğinde evlilikte çatışma yaşanmaz. Çatışma yaratacak durumlarla karışılaşılsa bile, ki evlilik yaşamında kaçınılmaz olarak problem durumları ortaya çıkar. Çatışma problemle sınırlı kalır, problemin çözümü için yaşanan çatışma kişiliklerin savaşına dönmez.
– Evlilikte en önemli çatışma alanı ya da iktidar alanı neresidir?
Her insanın farklı doğruları, farklı istek ve ihtiyaçları vardır. Farkında olsun olmasın her insanın bir hayat görüşü vardır. Yaşamın değişik alanlarında onu uygulamaya çalışır. Evinde, işinde, sosyal ilişkilerinde hep bu dünya görüşüne göre yaşamak ister. İstek ve ihtiyaçların birbirine uymadığı durumlarda da evlilikte çatışmalar ortaya çıkıyor. Günlük yaşamda istek ve ihtiyaçların çatışmasından doğan durumlar kaçınılmazdır ve sık yaşanır. Örneğin eşlerden biri evde oturmak isterken diğerinin alışverişe gitmek istemesi gibi. Ama en önemli ve çözümü zor olan çatışmalar değer yargılarının farklılıklarından doğan çatışmalardır. Örneğin kadın çalışmalı mı evde mi olmalı? Evde kocanın mı sözü geçmeli eşler eşit mi olmalı vb. gibi. Çatışmalı evliliklerde kimin doğrularına göre yaşanacak, yaşamın sınırları neye ve kime göre çizilecek? Bize gelen danışanlarımızdan bunun sıkıntısının yaşandığını, orta noktanın bulunamadığını görüyoruz.
– Mesela çocuk bir iktidar alanı olarak görülmekte midir?
Dünya görüşü ve değer yargılarındaki sözünü ettiğimiz farklılıklar çocuk yetiştirmede de rol oynuyor tabi ki. Her insanın çocuk yetiştirme ile ilgili farklı doğruları vardır. Çevremize baktığımızda çok farklı çocuk yetiştirme tutumları görüyoruz. Çocuğun kişiliğinin sağlıklı gelişimi için anne-babanın çocuğa olan davranışlarının ve ailede çizdiği sınırların tutarlı olması gerekir. Eğer eşlerin kendi arasındaki ilişkide tutarsızlıklar varsa, birbirinden çok farklı değer yargılarına sahiplerse bu aile ortamına ve oradan da çocuğa yansır. Hele bir de çocuk yetiştirme konusunda farklılarsa, örneğin biri sert diğeri müsamahakar ebeveyn tutumundaysa bu çocuk için daha da zararlı bir sonuç doğurur. Uyumsuz evliliklerde çocuk kimin tarzında yetişecek? Hangi ebeveynin doğrularına uygun kişilik sergileyecek? Kime yakın olacak? Bunlar önemli bir sorun alanlarııdır ve her iki taraf da kendi tarzını dayatır. Eşler kendi doğrularını kişiliklerini birbirine kabul ettirmeye çalışırken bu çatışmada çocuklar arada kalıp zarar görür.
– Siz evlilik danışmanlığı yapıyorsunuz? Klinik pratiğinizde en sık gördüğünüz sorunlar nelerdir?
İletişim kuramamaktan kaynaklanan “sen-ben” tarzı çatışmalar genel olarak yaşanan sorunların bütününü oluşturuyor. Bu çatı altında pek çok problem gelebiliyor karşımıza. Sorumlulukların paylaşılması, eşe zaman ayırmama ve duygusal paylaşımın olmaması, üçüncü kişilerle özellikle birbirinin ailesiyle ilişkiler konusunda çatışmalar en sık dile gelen sorunlar. Aldatma nedeniyle yaşanan evlilik krizi ile de başvurular oldukça fazla. Son zamanlarda cinsel sorunlarla ilgili başvurular da giderek artıyor. Daha eski yıllarda cinsellik toplumda çok rahat konuşulan bir konu olmadığı için bu alandaki problemleri ile ilgili olarak direk başvurular daha azdı. Ancak vajinismus gibi evliliğin devamını zora sokan bir problem olduğunda direkt olarak cinsel sorunla gelinirdi. Günümüzde medyada ve yazılı basında cinsel sorunlar daha fazla yer alıyor. Cinsellik tabu olmaktan çıkmaya başladı ve yaşamın bir parçası olarak daha normal karşılanır oldu. Buna bağlı olarak da eşler cinsel yaşamlarında bir eksiklik ya da uyumsuzluk olduğunda bu sorunlarına da çözüm aramaya başladılar.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.