YARATICI ZİHİNLER, ESİN PERİSİNİN PEŞİNDE

YARATICI ZİHİNLER, ESİN PERİSİNİN PEŞİNDE
Yaratıcılığın kaynağı nedir? Kişiyi bir başkasından daha yaratıcı kılan unsurlar nelerdir? Helen Phillips esin kaynağının temelinde beynin anatomik yapısının, duygu durumundaki dalgalanmaların ve çöküş anlarının yattığına inanıyor.

Yaratıcılık içinden çıkılması son derece güç bir kavramdır.

Herkes zihinsel bir güce sahip; ancak bu güç kimilerinde ötekilere kıyasla daha yoğun. Yaratıcılık kavramından ne anlıyoruz? Düşüncelerin oluşumu sırasında beyinde neler olup bitiyor? Bilim insanları ve sanatçılar için de yaratıcılık benzer bir sürecin ürünü müdür?
Yaratıcı güç kavramını daha iyi anlayabilmek ve içimizdeki kıvılcımı nasıl ateşleyebileceğimizi öğrenmek amacıyla, New Scientist dergisi yazarlar, sinirbilimciler, pop yıldızları ve yapay zekâ “gurularına” danıştı ve onlardan bu süreci masaya yatırıp enine boyuna incelemelerini istedi..
İnsanoğlu, belki de düşünme konusunda ilk kez kafa yorduğu günden bu yana, yaratıcılığın gizini sorgulamıştır. İnsanoğlunun, bir olasılıkla da evrenin gelişiminin temelini bu güç oluşturur

Yaratıcı düşünce görünürde “ansızın çıkageldiği” için, bu sürecin ardında oldum olası tanrısal, tinsel bir gücün, daha yakın bir geçmişte de altbenlik (id), ya da bilinçaltının yattığına inanılmıştır.
Kaynağı ne olursa olsun, bu süreçte düşüncelerin en uç noktalarda gezindiğine kuşku yoktur.
Gerçekte yaratıcı sürecin tek bildiğimiz parçası bir olayın içyüzünü kavradığımız anı içeren o minicik parçasıdır.
Ne var ki, bizler bilincinde olmasak bile, yaratıcı düşünce ve tasarımlar aylar hatta yıllar boyunca beyinlerimizde kuluçkaya yatmış olabilirler. O halde, yaratıcılığın bilim dünyasını onca zamandır oyalaması hiç de şaşırtıcı olmasa gerek.
YARATICILIK -ZEKÂ İLİŞKİSİ
1970′lerin başlarında bile yaratıcılık, zekânın bir türü olarak algılanıyordu.
Ancak, IQ ve yaratıcı yeteneklerle ilgili olarak, başta yaratıcılığın babası Paul Torrance ‘ninkiler olmak üzere, çok daha incelikli sınama yöntemlerinin geliştirilmesiyle birlikte yaratıcılıkla zekâ arasındaki bağın sanıldığı denli basit olmadığı ortaya çıktı.
Yaratıcı kişilerin, en azından IQ değerlerine göre, zeki insanlar oldukları bir gerçek. Ne var ki, bu kişiler ötekiler gibi ya ortalama düzeyde, ya da onlara kıyasla ortalamanın biraz üstünde bir zekâya sahipler.
Farklı disiplinlere göre değişmekle birlikte, IQ’nun belli bir düzeyin üstünde olması genellikle yaratıcılığın körüklenmesinde etkili olmuyor;
IQ, kişinin yaratıcılığı için gerekli olmakla birlikte, tek başına yeterli bir unsur değil.
Asıl süreci araştırmak çok güç olduğundan, yaratıcılıkla ilgili ilk girişimlerin çoğu kişiliğe odaklı araştırmalardı.
Yaratıcılık konusunda uzman olan Kaliforniya Üniversitesi’nden Mark Runco ‘ya göre, “yaratıcı kişilik” estetik niteliklere değer veren, ilgi alanı bir hayli geniş olan, elindeki kaynak ve bilgileri yepyeni çözümlere dönüştürebilen bir kişilik. “Yaratıcılar” karmaşık olana tutkun, çelişki ve ikilemlerin üstesinden gelebilen, genellikle güdülerini kendi başlarına eyleme geçiren ve hatta biraz da takıntılı kişiler.
YARATICILAR VE DUYGU DURUMLARI
Oysa, yaratıcı özelliği o denli yoğun olmayanlar genelde parçaları bir araya getiremediklerinde rahatsızlık duyar ve öfkeye kapılırlar. Karışıklığa pek katlanamazlar. Yaratıcılık, beklemesini bilenlerin, ama isli puslu bir ortamda beklemekten zevk alanların ayağına gelen bir özelliktir.
Ancak yaratıcı kişiliğe sahip olmanın da bir bedeli olabilir. Yüzyıllar boyunca yaratıcılıkla ruhsal hastalıklar arasında bir bağlantı kurulmuştur. Kendisinde de çift kutuplu hastalık (manik depresif) olan, Johns Hopkins Üniversitesi ruhbilim uzmanı ve yazar Kay Redfield Jamison ünlü sanatçıların duygudurumsal bozukluklara çok daha eğilimli olduklarını ortaya koydu. Ancak Jamison duygudurumundaki bir değişimin, olumsuz bir etkiden çok, yaratıcılığı ateşleyen temel bir unsur olabileceğine de dikkat çekiyor.
Oxford Üniversitesi ruhbilimcilerinden Gordon Claridge , şizofreniye özgü kimi özelliklerin de yaratıcı kişilerde çok daha yaygın olduğunu düşünüyor.
Claridge, sanrıya kapılma, sesler duyma, karışık düşünceler içinde olma, büyüye inanma gibi, bu hastalığın kendi başlarına patolojik olmayan özelliklerini kaydederken bir “şizotip ölçeğinden” yararlanıyor. Söz konusu özelliklere sahip olan kişilerin enine boyuna, çok yönlü ve açık düşünceyle ilgili sınavlarda çok başarılı oldukları görülüyor.
DIŞ UYARILARA AÇIKLIK
Ne var ki, bu tür sınavlarda üstün bir başarı sergileyenler böylesi bir düşünce sürecini çok yıkıcı buluyorlar. Zekâ, böyle bir düşüncenin müthiş bir yaratıcılığa dönüşmesine yardımcı olabilir. Ancak bu tür bir düşünce duygusal sorunlarla birleştiğinde, yaratıcılığa dönüşmek yerine, ruhsal bir hastalığa dönüşmesi de işten değildir.
Toronto Üniversitesi ruhbilimcilerinden Jordan Peterson bu durumun açıklanmasına yardımcı olabilecek bir düzeneği bulduğuna inanıyor.
Peterson yaratıcı kişilerin beyinlerinin dışarıdan gelen uyarılara çok daha açık olduğunu öne sürüyor.
Duyularımız sürekli olarak beyinlerimizi bir yığın bilgiyle besliyor. Onca bilginin altında ezilip kalmamak için, beynin bunların bir bölümünü geri çevirmesi ya da dikkate almaması gerekiyor.
Peterson bu sürece “görünmez yasak” adını veriyor ve bu süreci daha az yaşayan, oldukça yüksek bir IQ düzeyine ve işlek bir belleğe sahip olanların daha çok veriyi alabildiklerine ve bu yüzden de farklı görüşler üretmeye daha yatkın olabileceklerine inanıyor.
Yasaklama sürecinin çok düşük olması durumunda düşüncelerde ruhsal hastalığa dönüşebilecek bir karışıklık yaşanabileceğine de inanan Peterson, ruhsal hastalığın yaratıcılık için bir önkoşul olmadığına ancak ikisinin de ortak birtakım bilişsel özellikleri paylaştığına dikkat çekiyor.
ESİNLENME VE İŞLEME
Peki, ya yaratıcı edimin kendisi için ne demeli? Yaratıcı beynin işbaşında incelendiği ilk araştırmalardan biri, Main Üniversitesi ruhbilimcilerinden Colin Martindale ‘e ait. 1978′de yapılan bu araştırma kapsamında Martindale, denekler kafalarında öyküler uydurdukları sırada beyin dalgalarını kaydetmek için kafatası elektrotlarından oluşan bir şebekeden yararlandı.
Sonuçta, yaratıcılığın, her biri çok farklı zekâsal özelliklere sahip iki aşamadan oluştuğunu ortaya koydu: esinlenme ve işleme. Martindale, denekleri kafalarında öykülerini tasarlarken, beyinlerinin akılalmaz bir durgunluk sergilediğine tanık oldu.
Beyindeki tek egemen etkinlik, bu organda çok düşük düzeyde bir devinimin olduğunu gösteren, alfa dalgalarıydı. Beyindeki bu etkinliğin uykunun kimi aşamaları, düş görme ve dinlenme sırasında meydana gelen etkinlikten pek bir farkı olmaması uyku ve dinlenmenin kişinin yaratıcılığına neden katkıda bulunduğunu açıklayabilir.
Gelgelelim, kafaları dingin bu deneklerden öykülerini üzerinde çalışmaları istendiğinde, alfa dalgalarındaki etkinliğin düşüşe geçtiği ve beyindeki devinimin arttığı görüldü.
ZİHİNSEL ESNEKLİK
Asıl ilginç olan da, en yaratıcı öykülerin esinlenme süreciyle geliştirme süreci arasında beyin etkinliği açısından en büyük farklılığı sergileyenlerden gelmesiydi. Bu kişilerin arka plandaki beyin etkinliğinde onların yaratıcı ya da yaratıcılıktan yoksun oldukları yönünde herhangi bir belirti yoktu.
Bristol Üniversitesi’nden Guy Claxton ,”Çok yaratıcı olmayanların vites değiştirememe gibi bir sorunları var gibi. Görünüşe bakılırsa, yaratıcılığın zihinsel esneklikle ilgisi var. Belki de iki aşamalı bir süreçten çok, iki durum arasında bir bağlantı söz konusu,” diyor.
Daha sonraki bir araştırmasında Martindale beyin etkinliğindeki bu değişimin özellikle beynin sağ kesiminde gözlendiğini ortaya koydu. Ancak sara hastalığının sağaltımı amacıyla beyinlerinin iki yanı arasındaki bağlantının kesildiği kişilerde yaratıcılığın da belirgin bir biçimde azaldığı görüldü.
Bu da, beynin iki yanı arasındaki iletişimin yaratıcılık açısından önemli bir yeri olduğunu göstermekteydi.
BEYİN ANATOMİSİ
Araştırmacılar şimdilerde yaratıcılığın ardındaki belli anatomik özelliklerin bir bölümünü belirlemeye çalışıyor. Farklı türlerde yaratıcılığa sahip kişilerle ilgili beyin incelemeleri, bu organdaki etkin bölgelerin yararlanılan uzman bilgiler tarafından belirlendiğini gösteriyor.
Dil, imge, uzamsal bilinç gibi becerilerin her biri beynin belli bir bölgesi ya da bölgelerinde yerelleşiyor. Matematikçilerde ve fizikçilerde, uzamsal temsil açısından önemli olan çeper ya da parietal loblar daha iri olabilirken, yazarlarda beynin frontal ve temporal loblarındaki dille ilintili bölgeler çok daha geniş bir alana yayılabiliyor.
Ne var ki, etkin olan bölgeler yalnızca belli konularda uzmanlaşmış bu bölgelerle sınırlı olmuyor. Bilginin yaratıcı bir biçimde kullanılması beynin birçok bölgesinin aralarında bir eşgüdüm olmasını gerektiriyor.
Claxton,”Yaratıcı bileşim beyinde çok sayıda bölgenin aynı anda etkin duruma geldiği yeni bir düzeni gerektirir. Söz gelimi, doğal gaz faturasını okurken olduğu gibi, bir konuya odaklanırken yaratıcılığımızı daha az kullandığımızda beyinde etkin olan bölgelerin sayısı da daha düşük olur,” diyor.
KİMYASALLARIN ROLÜ
İsveç Lund Üniversitesi ruhbilimcilerinden Ingegard Carlsson ve meslektaşları tarafından yapılan bir araştırmada, yaratıcılık gerektiren bir görevi yerine getirirlerken deneklerin frontal loblarında belirgin bir etkinlik meydana geldiğine tanık olundu. Frontal lobların görev ve strateji değiştirme konusunda yardımcı olduğuna inanılıyor.
Ohio Eyalet Üniversitesi’nden David Beversdorf ‘a göre, frontal loblar kimyasallar yayarak beynin öteki bölgeleri arasında bağlantı kurulmasını da sağlıyor.
Tümü de bir biçimde beyindeki etkinliği artıran durulmuş zihin, uyku ve depresyon durumlarında ortak olan tek özellik, noradrenalin ya da norepinefrin adlı kimyasalların düşük düzeyde salgılanıyor olması.
Bu kimyasal, sinir hücreleri arasındaki “sohbetin” akıcılığını denetliyor. Kimyasalın düşük düzeyde olması, görünüşe bakılırsa, sinir hücrelerinden oluşan geniş ağlar arasındaki iletişimi körüklerken, yüksek düzeyler bu etkinliği daha sıkı ve küçük ağlarla sınırlıyor.
Beversdorf noradrenalin üretimindeki artışın insanlarda bulmaca çözme yeteneğini engellediğine, öte yandan kimyasalın üretimini engelleyen propranolol gibi ilaçların harflerin sıralarını değiştirerek yeni sözcükler üretme yeteneğini geliştirdiğine dikkat çekiyor.
BİR BAŞKA DENEY
Çalışmalarını Claxton ile birlikte sürdüren Paul Howard-Jones da yaratıcılığın bir başka özelliğini bulduğuna inanıyor.
Deneklerin üç sözcükten yola çıkarak bir öykü uydurmalarını isteyen Claxton, bu süreç sırasında beyinlerini işlevsel manyetik titreşimli görüntüleme aygıtıyla taramadan geçirdi.
İlk denemede deneklerden kendilerini çok zorlamadan sözcüklerin ilk anda çağrıştırdığı öyküyü iletmeleri istenirken, bir başka denemede onlardan yaratıcı olmaları istendi. Denemelerde verilen sözcükler de değiştirildi.
Sonuçta, yaratıcı olmaya çalıştıklarında deneklerin beyinlerinde, özellikle de sağ prefrontal bölgeden arkadaki cingulate korteks bölgesine uzanan alanda çok daha yoğun bir etkinliğe tanık olundu. Howard-Jones söz konusu bölgelerin çelişkinin denetlenmesinde etkili olabileceğine inanıyor ve bunun yaratıcılığın başka bir yönü de olduğunu ortaya koyduğuna dikkat çekiyor.
Öykü uydurma görevi, özellikle de gerginken, değerlendirmemizi gerektiren birçok seçenek sunuyor. Öyle ki, yaratıcılık görüşlerin değerlendirilip çözümlendiği kısmen bilinçli bir süreç. Deney zorlandıkça ve gerildikçe beynin daha da yaratıcı olaileceğini ortaya koyuyor.
HEPSİNİ ETKİN KULLANMAK
Ne var ki, gerçek anlamda yaratıcılık uygun bir kişilik ve beyin bölgelerine sahip olmanın ötesinde unsurları gerektiriyor. Yaratıcılık tüm bu unsurların etkin bir biçimde kullanılmasını gerektiriyor.
Beceriler, koşullar ve içinde bulunduğumuz toplumsal konum da, yaratıcılıkta en az doğuştan sahip olduğumuz beyinsel kaynaklar denli önemli bir rol oynuyor.
En yaratıcı kişiler beyin durumunu ve odak noktalarını değiştirmek için günün farklı ritmlerinden, hafta sonlarından ve tatillerden de yararlanıyorlar. Bu kişiler iki saat masa başında çalıştıktan sonra yürüyüşe çıkabiliyorlar ve bu düzenin onlara yarar sağlayacağını bildiklerinden herhangi bir suçluluk duygusuna kapılmıyorlar.
Harvard İşletme Fakültesi’nden Teresa Amaile ‘ye göre de, yaratıcılık her zaman yalnızlığı gerektiren çileli bir süreç olmak zorunda değil.
Yazma ya da resim yapmayla olumsuz duygudurumları ya da ruhsal rahatsızlıklar arasında az da olsa bir bağlantı bulunmakla birlikte, bilimsel yaratıcılık ve iş yerinde yaratıcılık genelde insanlar olumlu ve neşeli olduklarında yaşanan bir olgu.
KAÇIK GÖZÜYLE BAKMAYIN
Amabile’nin mesleklerle ilgili bir araştırması olumlu duygudurumlarının şirketlerde yaratıcılığı büyük ölçüde körüklediğini ve ikisi arasında doğrusal bir ilişki olduğunu ortaya koyuyor.
Amabile’nin araştırması yaratıcı düşüncenin insanların duygularını olumlu bir biçimde etkilediğini de ortaya koyduğundan, ikisi arasındaki ilişkinin aynı zamanda çevrimsel bir ilişki olduğu da görülüyor. Öte yandan, kısıtlı süre, parasal baskı ve güçlükler iş yerinde yaratıcılığı olumsuz yönde etkiliyor.
Yaratıcılığın genellikle unutulan bir başka özelliği de toplumsal. “Creative Collaboration= Yaratıcı İşbirliği” adlı kitabı kaleme alan New Mexico Üniversitesi’nden Vera John-Steiner gerçekten yaratıcı bir kişilik için insanın, yalnızca etkin sinir hücrelerine değil, aynı zamanda güçlü toplumsal ağlara ve güvenilir ilişkilere de gereksindiğine dikkat çekiyor.
Amabile üstün düzeyde yaratıcı bir kişinin yaşamında kendisine kaçık gözüyle bakmayan en az bir kişinin olması gerektiğine inanıyor.
Kaynak: New Scientist, 29 Ekim
KAYNAK: http://www.cumhuriyet.com.tr

admin hakkında 18864 makale
Öylesine bir hasdta

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.